nostalji kuşağı: sıcak saatler


nostalji kuşağımızı başlattık. ilk olarak da efsane dizi "sıcak saatler" i kendimizce anlatalım. nedir sıcak saatler? bilmeyenler için hemen kısaca değinelim, mehmet aslantuğ ve arzum onanın başrol oynadığı 90ların sonlarında yayınlanan bir dizidir. onu efsane yapan kısımları ise müthiş oyunculuklar, heyecan ve adrenalin tripleri, çok başarılı kötü adamları ve felsefi diyaloglarıdır.

bizim jenerasyonun ismini duyunca "oo sıcak saatler. ne diziydi be" dediği bir dizidir sıcak saatler. eminim benim yaşımdaki çoğu kişiyi bu veya şu şekilde etkilemiştir. mesela dizide cehennem cevdetinden sedat yalçınına, ceyhun emresinden anibalına kadar herkes müthiş diyaloglar sergiler, felsefi konuşmaların ardı arkası kesilmezdi. o yıllarda çok etkilendiğimi hatırlıyorum bundan. sedat yalçının ismi "abbas" olan bir de kamyoneti vardı. o yıllarda rüyalarımı süslemiştir bu araba sırf bu dizi yüzünden. sedat yalçının telefonunu kayıtsız şartsız herkese karşı "ben sedat yalçın" diyerek açması da beni o yıllarda inanılmaz özendirirdi. hastasıydım

bir de kötü adamlar var. ceyhun emre buketi sevmektedir, onu sedat yalçının elinden lmak için türlü oyunlar yapar. kraldır ama. sonradan anibal çıkmıştı bir de, sedatla sürekli sartanç oynayıp sürekli aforizmalar söylerlerdi. fakat ilk sezonlarının hastası olan ben, son sezonu izlememiştim, çünkü anibal sedat yalçını hipnotize edip onu tetikçi olarak kullanıyordu. sedat yalçın "hitman" hesabı bir herif olmuştu. peeh olaylara bak

o yıllarda liseye hemen hemen yeni başlamış benim gibi gençlere heyecan ve serüven duygusunu, boktan aksiyon filmlerinden çok sıcak saatler vermiştir. sevgiyle anıyorum.

500!

500 ziyaretçi olmuş blogu açtığımdan beri, oysa ki başlarken günde 1 kişi okusa bir şeydir diyordum. herkese teşekkürler, 1000. ziyaretçiyi de görmek üzere

klasik bir syd hikayesi

yine bir syd barrett hikayesi var sırada. syd hikayeleri yazmaya bayılıyorum, çok absürd ve olağanüstü oluyorlar. aynı kendisi gibi

"...syd' in evleneceğini düşünmek bayan barrett için çok büyük bir süpriz olmuştu. 24 yaşındaki oğlunun evlenip ona bunca acı çektiren müzik işlerini bırakmasını istiyordu. gayla' nın ailesiyle tanıştıktan sonra bütün aileyi cambridge' e kutlama yemeğine davet etti. bu unutulmaz bir davet oldu, fakat son derece kötü nedenlerden dolayı

gayla: korkunç derecede normal ve saygın orta sınıf insanları arasında masada oturuyorduk. syd aniden öksürüp garip sesler çıkarttı ve çorbasını yarım bırakıp yukarıya çıktı. aşağı geldiğinde baktım ki saçlarını kesmişti. inanabiliyor musunuz; hiç kimse kaşını bile kıpıırdatmadı. hiçbirşey olmamış gibi bir kelime bile etmeden yemeğe devam etti. kendi kendime düşündüm; 'onlar mı deli yoksa ben mi?"

haftalık müzik top 5

5 - eivind aarset - electronique noire albümü: hastasıyım! aarset virtüöz albümleri tadında bir müzik yapmıyor, ambiente kaçıyor, müziğini sık dokuyor. albümünü ismi neyse içinde de o var; elektronik, noire
4 - pink floyd - echoes toplaması: her bir şarkısını ayrı hatim etmişim, ama sevdim bu albümün havasını. gözümde "gereksiz best of' lar" klansmanından bir şekilde sıyrıldı. ayrıca echoes neden albümde 16 dakika? bilen varsa söylesin
3 - head control system - murder nature albümü: ulverden garmın yan projesi, ve tabii ki başarılı. a perfect circle tarzı nefis besteler üzerine klasik garm vokalleri, yer yer extreme metal tadları. gaz da gaz, gaz da gaz, müthiş!
2 - portishead - dummy: bir klasik. tarz yaratan bir albüm. ne desem ki? hep aynı karanlık arızalı tadı verebiliyor.
1 - hooverphonic - magnificent tree: portishead' i hep sevdim. yıllardır arşivimde ne albümler girdi, silindi, yeniden eklendi, ama "a new stereophonic sound spectacular" albümü 5 senedir orda durur, yerini hiç kaybetmez. "magnificent tree" albümünü de çektiğim gibi müptelası oldum. evet portishead çakması, ama süper kardeşim!

erhan güleryüz, anılar, ve çözümsüzlük


eski bir hayvan cildi buldum evde, onu karıştırıyorum. sayfaların birinde erhan güleryüz' le karşılaştım, karşılıklı bakıştık. erhan güleryüz - bilmeyenler için söylüyorum - ayna grubunun vokalisti ve gitaristidir. aynı zamanda "meçhul şarkıcı" olarak da bilinir daha eskileri hatırlayanlar için. 7 / 24 gözlüklüdür.

ayna grubundan nefret etmek, o sahil klipleri göz ününe geldikçe tebessüm etmek her ne kadar farz olsa da şu var; erhan abim iyi müzisyendir. yanındaki cemil' i neden gruba aldığını bilmiyorum. gitar çalmayı bilmediği halde bütün ayna kliplerinde elinde gitarla komik pozlar veren cemil' in aksine erhan güleryüz standart üstü gitar çalan, müzikten anlayan, ve beste yapmayı bilen bir adamdı. ayna deyince yüzümü ekşitiyorum ama erhan güleryüz deyince saygı ve sempati duyuyorum. benim jenerasyonumun çoğu için bu böyledir heralde. standart dinleyicisi haricinde erhan güleryüz için böyle farklı bir kesime de saygı uyandırabilmek de bir şeydir diyorum.

bir de kişisel anımız var erhan güleryüzle, izmir günlerinden kalma. izmirde son günlerim, bayan f. ye aşığım, ama aramızda engeller var. sırf ondan kaçmak için başka bir kızla beraberim, kız beni inciraltı sahiline çağırıyor, ayna konserine. onlar o zaman hala yurttalar, bense yurttan yeni bucaya eve çıkmışım. konsere gittim, beraber olduğum kız yanımda, bayan f. de geldi sonradan. acaip bir üçgenin en rahatsız öğesi durumunda kaldım. bir yandan da erhan güleryüz şarkısını söylüyor, cemil yine eline gitar almış çalamıyor. halimi düşünün

fakat gece sonunda teatral bir son yaşandı, bayan f. ağlayarak bana sarıldı, uzun uzun gözlerime baktı ve vedalaştık. onu son görüşümdü bu. o da beni seviyordu evet, ama demiştim ya aramızda engeller..

üstadın dediği gibi, "hep kazanırsın, ey çözümsüzlük!"

kayıt-doğaç


çalınan bir müziği kayıt etmek, her zaman için sıkıntılı bir süreçtir. insan, yaratırken çok beğendiği, kendiyle övündüğü o besteyi, melodiyi, cümleyi vs. kayıt yaparken başka bir gözle görmeye başlar, sıkılır ondan. sanki bütün o havası gitmiştir, o ilk anki büyülü an bitmiştir. çoğu müzisyenin de böyle düşündüğüne eminim. mesela erkan oğur bir ropörtajında başta söylediklerime benzer şeyler söylüyor, lafı emprovizeye getiriyordu. belki neden sonuç ilişkisi içerisinde değiller, ama doğaçlamanın saygınlığı da bununla alakalı olabilir diyorum. en azından erkan oğur için öyle galiba

derek bailey' in "doğaçlama" isimli kitabını okurken bir söz dikkatimi çekti, oradan etkileşimle yazıyorum bunları. budur:

"şarkılarım benim ruhumun bir parçasıdır ve eğer beyaz insanın kutusu benim ruhumu çalarsa, o zaman ben de ölmeliyim" (eskimo etnomüzikolog için kayıt yapmayı reddederken)

hayat -7


- windowsu yeniden kurdum bu gece, içim ferahladı. güzel şeydir windows kurmak, işin sonunda masaüstünü bomboş görünce sevindirik olursunuz. bir de o kadar programı yeniden kurmak olmasa!


- avrupa şampiyonasına az kaldı. geçen türkiye uruguay maçını izledik, iyice içimiz karardı. milli takım bariz kötü oynuyor, halimiz kötü


- son zamanlarda çok az müzik dinliyorum. oysa ki libadiye yıllarını hatırlıyorum, sabah akşam müzik dinlenir, müzik konuşulur, müzik yapılırdı. düşündüm de kaç ayrı grup toplanmış orada, herbiri apayrı müzikler yapmış; osjb, opeth cover projesi, magdalena, küçük oda, grup fix... hepsinin içinde ortak tek nokta benim heralde. bu da birşeydir


- eski polarized ve infected davulcusu bay levent çok sevgili bir abimdir. geçenlerde modadaydık, o, bay emir ve ben. dedim ki "abi blogumu okuyor musun?". "yok, okumadım hiç. ama internete girdiğim mi var be gülüm?" dedi hafif mahcup. o soruyu sorduğuma ben mahcup oldum o an. emirle beraber eve dönerken vapurda levent abiden kral adam var mı diye düşündük. bulamadık


- sigara yasağı hayatımızı kararttı. düşüncesizce burda sigarayı savunamam, fakat bunu içtirtmeme hakkı olan insanlar varsa(içmeyenler diyelim), bunu içme hakkı olan insanlar da var. bunu da düşünmek lazım


- yine bir alıntıyla bitirelim; "... yloyddan hiçkimse syd' i o günden sonra görmemişti fakat bir ay sonra hertfordshire' daki bir festival programında başka bir şaşırtıcı olay onları bekliyordu. ilk bölüm whish you were here' dı. albümde olduğu gibi konserde de have a cigar' ı roy harper söyledi. harper' a göre aynı günün erken saatlerinde festival alanında oynanan bir kriket maçında fotoğraflar çekilmişti. harper: bir hafta sonra abbey road' da fotoğraflar dağıtılıdığında birisi:" aman tanrım bu syd" dedi. hepimiz toplandık o resme baktık ve kesinlikle eminim ki, fotoğraftaki syd' di. dökük saçlarıyla ve şişman bedeniyle fotoğrafta benim yanımda duruyordu ve kimse onu gördüğünü hatırlamıyordu." syd barrett ve pink floydun düşüşü / mike watkinson & pete anderson

sienna miller -2

haftalık müzik top 5

böyle birşey yapayım dedim, fikir de bay okhan' dan çıktı. cuma geceleri, o hafta en çok dinlediğim 5 albümü/ veya şarkıyı yazıcam buraya. kısa notlar/açıklamalar/bilgiler de yazayım ki okuyana bir faydası olsun


5 -van morrison - astral weeks albümü: van morrison' un bu müthiş folk albümü sanatçının patlamalarıyla, hissiyatla ve saflıkla örülmüştür. dinlediğim andan beri hastasıyım! özellikle "beside you" ile canımdan can alıyor van abi
4 -zeki müren - selahattin pınar şarkıları albümü: zeki müren' in has musiki okuduğu dönemler tadında yenmez. onlardan biri, müthiş bir toplama. hakiki musiki sevenler için

3 -rick wright - far from the harbour wall: orjinal pink floyd klavyecisi rick wrightın 1996 tarihli "broken china" isimli albümünden bir şarkı. klavyeler, yapı, trafik, beste, vokal herşey şahane. albümün geri kalanı ise ne yazık ki aynı seviyede değil. hastasıyım

2 -arcturus - chaos path: arcturus' un "le masquerade infernale" albümünden müthiş bir şarkı. ne desem ki şimdi? vokalde büyük deha garm var, opera gibi ama değil gibi, herşeyiyle müthiş bir şarkı. garm neden büyük olduğunu yeniden anlatıyor bizlere, dinliyoruz bizde. albümün geri kalanının da harika olduğunu belirtmem gerek, bulacaksanız albümü bulun, sadece bu şarkıyı değil
1 -craig armstrong - as if to nothing albümü: usta kompozitör craig armstrong' un 2. albümü. ilk albüm gibi film müziklerini içeriyor, ama daha albüm gibi bir yapıda, vokalli şarkılar, ambient ama trafiği belli besteler falan. besteler kısaca müthiş; vokaller, aranjmanlar, altyapılar, hepsi ustalıkla yapılmış. harika bir albüm, kafasını alırsanız bırakamıyorsunuz. şiddetle tavsiye

hayat - 6


- şimdi herkes kabul etsin, lost izliyoruz, izliyorsunuz, izliyorlar. bay massimo bahsetmiş yazısında, ordan aklıma geldi de bir bahsedeyim dedim. bay okhanla konuşuyoruz, konu losta geldi, alternatif oyuncular aradık lost için. 'anne ben evleniyorum' caner geldi aklımıza. "caner 108 dakikada bir bardak kırar kafada abi" dedi bay okhan. bittiğim andı

- izmir gitmedik, erteleme yaptık ki yalan, gidilmez bir daha. seneye artık diyorum. boyoz yiycektik oysa ki yağlı yağlı

- dexter izliyorum. iyi ve kötü arasındaki ayrımın nasıl kalktığını görüyorum. vay anasını diyorum

- facebook adlı siteye arkadaş ısrarıyla "ulan yine mi profil yazcaz, öff" diye diye girmiştim, geçmişimdeki artık unuttuğum tiplerin bana mesajlar atmasıyla irkil irkil irkiliyorum. mesela ilkokuldan murat başar diye bir eleman, tutturmuş aynı sınıftaydık, yok şöyle yok böyle. hatırlamıyorum, hatırlayamadım demeye de çekiniyorum. hadi ilkokulu geçtim, bundan 5 sene öncesinde izmirde aynı yurtta arkadaş olduğum adamı unutmuşum. geldi büyük heyecanla adam, nasıl candan nasıl saygılı, "bana opethi sen gösterdin, müziği sen öğrettin, minnettarım" falan diyor. adamı gözüm kesmiyor benim, neredendi acaba diye. bozuldu hatırlamayınca. ne ilginç işler bunlar

- bay emir bir öneride bulundu, "listeler yap abi, okuması çok eğlenceli işler bunlar" dedi. yazması daha eğlenceli olur diyorum sevgili emir, yaparım tabii ki

- "... bir münakaşa sonucunda evden ayrıldım. telefon ettim, yarın gelip eşyalarımı alacağım, evde oma, dedim. sanki tersini söylemişim, gittim ki evde bekliyor. ille konuşalım demeye başladı. otur biraz diye ısrar ediyor, ne yapacağını bilemiyor, ben yumuşayınca da gidiyor, banyonun kapısını açıp sesleniyor, 'banyo haberin var mı, birsen geldi'. gardrobu açıyor, 'gardrop haberin var mı birsen geldi'. bu şekilde bütün odaları dolaşıyor..." birsen hanım anlatıyor / cemal süreya - şairin hayatı şiire dahil

üzerinden sevişmek


başkaları da var masada
ileri geri konuşuluyor

ötedesin o adamın duldasında
gözkapaklarına bürünmüş adam

eli her an omuzunda
eğiliyor sigaranı yakıyor

teşekkürler sigara dumanı,
sağolasın o adam!

onunla gelmişin buraya
yüzün yandan ve uzaklarda

niçin sevmiyorsun duvar kağıtlarını
hoş belki de seviyorsun

herkes az buçuk sarhoş
herkes bir şeyler söylüyor

ama yalnız ikimizin sözcükleri
sarmaşdolaş

üzerinden sevişmek, kadınım,
sigaranın, asya'nın, omuzların,

üzerinden aile fotoğraflarının
eller nasıl duygandır nasıl yalın

iki ses, iki bakış, gelişir nasıl
tek bir cümle gibi, sözlere karşın

sivri topuklar nasıl ortasına
gömülmüştür belleksiz halıların


cemal süreya

cemal süreya

can yayınları bünyesinden yeni çıkan "cemal süreya - şairin hayatı şaire dahil" biyografisi beni alt-üst etti. en çok sevdiğim şairdir, yazılarını ezberlemiş şiirlerini yutmuşumdur, ama kitabın son bölümünü oluşturan son günlerini daha önce böylesine ayrıntılı hiçbiryerde okumamıştım. büyük bir şairin oğlu tarafından hırpalanışı, son günlerindeki çaresizliği ve o son an ( sedyede birsen hanım' a hafifçe gülümsediği o son an) gerçekten yıktı beni. beynimdeki hayat ve ölüm düşüncesi yeniden şekil buldu, daha da acımasızlaştı, anlamsızlaştı. o son aşamada ne yazık ki çaresiziz, kim olursak olalım

cemal süreyayı ezbere bildiğini sanan beni bile mahcup eden bu kitabı şiir seven herkese tavsiye ediyorum.

bir sonraki postta da muhteşem bir cemal süreya şiiri olacak, saygıyla anıyorum

kesinti

1 haftalığına dükkanı kapatıyoruz. önce gayrettepe müzik, ardından izmir. geldiğimde sayım yapacam, herkes yeniden okumaya devam edicek. mazeret istemem

megan fox

ahmet çakar -ek-


ahmet çakar fotosu ararken bir de byle bir şey buldum. hocadan inciler, inanılmaz cevaplar, müthiş aforizmalar. hastasıyız

buradan bakın

ahmet çakar


"Hayır ben de beyefendiyim ama çakalla çakal olurum. Tırnak içinde her yolu bilirim."

ahmet çakar' ı seven de çok sevmeyen de. şovmen diyenler, büyük hoca diyenler, futboldan anlamaz ama iyi hakemdir diyenler. yorum çok ahmet hoca hakkında. ben ise öncelikle şu görüşümü belirteyim; futbolu internetten öğrenip, maçları evinden izleyen, yani futbolu "bilen" adamdan farklı olarak futbolu "sezen" bir adamdır ahmet hoca, bunda da senelerce sahalarda hakemlik yapmasının, dolayısıyla da uzun süredir camiada olmasının payı büyüktür. kurallar haricinde ahkam kesecek bir durumu yoktur aslında, ama dediğim sezgileri ve tecrübesi onu çoğunlukla haklı çıkarır.

yazılarını, yorumlarını takip ettiğim bir adam ahmet hoca, spor3.com sitesinde de bir röportajı vardı, buraya ekleyeyim dedim. yukarıda alıntıladığım cümle oradan. hastasıyım kahve ağzının. bir gün bir yazı da bu konuda yazmalıyım

röportaj burada

garm stüdyoda

Oooooooo (eskide kalmış bir programa tribute niteliğinde)

inanın aniden akılma geldiğinde kahroldum, insanoğlunun vefasızlığı karşısında şaşırdım kaldım. evet, ces' i unutmuştuk, onun o akıllara zarar ekibini unutmuştuk. oysa ki o ve ekibi türk televizyon tarihinin en saykedelik ekibini oluşturmuşlar, normal kafayla yapılmayacak işleri ev kadınlarıyla dolu bir programda 2 sene boyunca yapmışlardı. gerçekten bir daha bir araya gelmesi çok zor bir kadroydu. ekip şunlardan kuruluydu, ces, tikli, muhtar ve ikizler. mehmet ali erbil' in sanki 50 yaşında, çoluk çocuk sahibiymiş gibi değil de 5 yaşında az gelişmiş bir çocuk edasıyla sunduğu program ne yazık ki talihsiz bir şekilde son bulmuştu.


ces hiyerarşik sıraya göre patron mehmet ali erbilin arkasından gelirdi. o patronuna karşı sonsuz sadık, her dediğini yapan kusursuz bir askerdi. aynı zamanda altındaki muhtar, tikli ve ikizler' in de üstü durumundaydı, onlara emir yağdırmaktan da geri kalmazdı. ama yine de onları sever kollardı. ailenin büyük ağabeyi gibiydi. ces ayrıca programa gelen konukların sunumunda hayati bir öneme sahipti, mehmet ali erbil konukların sıfatlarını saydıkça ces "oooooo" derdi. evet çok önemliydi bu, bu yapılmadan o program öksüz kalırdı. olmazdı. kafasındaki bandana onunla özdeşleşmiştir.
muhtar gerçekten muhtar mıdır değil midir bilmiyorum. ama vakur, ağırbaşlı ve efendi karakteriyle gönüllerde taht kurmuştu. boyu sanırım 1.50 falandı, sürekli mehmet ali erbilin kadınlarla ve seksle ilgili bel altı esprilerine malzeme olur ama efendiliğini korurdu. kraldı
tikli ise tikli olmasından başka bir özelliği olmayan bir şahsiyetti. mehmet ali erbilin bir programda tiklinin donunu indirmesi ve talihsiz bir penis ve testis manzarasının ortaya çıkması programın sonunu getirmiştir.
ikizler şişmandılar ve zeka olarak biraz geriydiler. bir de kız kardeşleri vardı, aynı modelin kadın olanı, o da hostes olmuştu son dönemlerde. bir olayları yoktu, ne denirse onu yaparlardı.

mehmet ali erbil' in bu tipleri nereden topladığını bilemiyorum, düşünmek de istemiyorum. o kısım beni aşar. ama yıllar sonra kült olmasına kesin gözle baktığım bu çok garip programa ve saykedelik tiplerine bir saygı postu atmak istedim. unutmayalım, unutturmayalım

peeeh


Çin'de 'penis restoranı' açıldı

Pekin'de ilk kez yalnızca hayvan penisi yemeklerinin servis yapıldığı bir restoran açıldı. İşadamları ve politikacıların rağbet ettiği lüks restoranda kirazla süslenmiş köpek penisinden yılan penisine kadar, akla gelebilecek her türlü hayvan penisi bulunuyor.

Restoranda ayrıca yak, at, eşek ve hatta fok balığı penisi de bulunuyor. Penis etinin özellikle cinsel gücü artırdığına inanıldığı için restoranın müşterileri çoğunlukla erkeklerden oluşuyor. Doğurganlığa zarar verebileceği için kadınlara testis tavsiye edilmiyor.

hürriyet.com


şu habere şu yorumu yapmasam ölürdüm: "eşşeğin zkini ye" deyiminin gerçeğe döndüğü an!

emre the contra


bay emre 2003 yılında girdi hayatıma, opeth-tr isimli bir internet forumuna üyeydim, emre de orada yazıyordu. o sıralarda bir bar grubunda bas çalıyordu, kadıköyde voodoo barda sahne alıyorlardı. ilk tanışmamız onların sahnesini izlemeye gitmiştik orada oldu, orda masada sağa sola gider yapan, bizi etkilemeye çalışan ukala ve artiz çocuğun sonradan en yakın arkadaşlarımdan birisi olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi tabii ki. o yıllardan beri çok şey yaşadık, kavgalar, dargınlıklar, müzik, hayat ve kızlar üzerine o uzun libadiye sohbetleri, beraber verilmiş bir cover konser, sonra magdalenayı kuruşumuz. asıl emre, dışa dönük ve dominant o görünen emreden farklı olarak kırılgan ve oldukça içe dönüktür, çok kimseye göstermediği asıl emreyi tanıyabilmiş olmaktır beni ona yakın yapan. kardeşimdir
neyse, emre askerde. geçen gün mail kutuma bir baktım, askerden posta var! iyi olduğunu yazmış, bu fotoyu eklemiş, ben de buraya ekliyorum hemen. foto direkt bana efsane oyun "contra" yı anımsattı. özledik ulan seni

danay garcia -aka- sofia


ne kate, ne claire, ne de sarah tancredi; tv ekranlarının en güzel karakteri açık ara prison break 3. sezonda ortaya çıkan sofia' dır! elle çizilmiş gibi bir güzelliği var hatunun, allah sahibine bağışlasın

murat aydemir


tanbur sesini duyup da tribine girmeyen var mı? inanılmaz bir enstrümandır tanbur, hissiyat akar klavyesinden, üstelik kendinden reverb'lüdür(bilmeyenler için reverb: derinlik efekti). en bilineni ve efsane mertebesinde icracısı ve bestecisi tanburi cemil beydir, fakat ben bşka bir tanburinin ismini vereceğim sizlere: murat aydemir. bu sene içinde kendi ismini taşıyan çıkan albümünü dinliyorum da, of ki ne of diyorum. bu ne hissiyat, bu ne karanlık be arkadaş! bu blogu okuyan herkese öneriyorum, en azından erkan oğur dinleyenler seviceklerdir

dawsons creek


net aleminde sörf yaparken aniden karşıma çıktı: dawsons creek! sene 2000 falan, ne izlerdim dawsons creek' i, joey, dawson falan. şimdi fotoya bakıp çemçük ağızlı katie holmes o zaman da çirkinmiş diyorum, dawson esas adam olduğu belli. sarışın hatun jen femme fatale kontenjanından kadroya girmişti, ara bozuyordu onun bunun sevgilisine yazıyordu, ama en güzeli de oydu. pacey vardı, boş gezenin boş kalfası modeliydi ama yere bakıp yürek yakardı kerata. dawson joey' e aşıktı, fena vuruktu, yazık oluyordu çocuğa, kaprisini çekiyordu çemçük ağızlı ergen kızın. joey seks karşıtı görüşler içerisindeydi, ilişkimiz bozulur mu tripleri falan, dawson ise sinema ayaklarındaydı.

geçende bir arkadaş uyardı, şimdilerin "kavak yelleri" dawsons creek çakmasıymış, benzerlikleri falan söyledi, hatırladıkça hak verdim. direkt çakma! tipler de birebir sanırsam, ama dawsons creek de pacey ve jen takılıyodu sonradan, işler düzene giriyodu. kavak yellerinde öyle olmaz sanırsam. ama yine de nerdeyse aynı yani hikaye falan

bir de şimdi hakkını yemeyelim, kavak yelleri hatunları daha güzel.

yellow submarine ve umut sarıkaya

sienna miller

magyar posse - kings of time


böyle açıklıyorum "kings of time"'ı ben: melodinin karanlığı. rahatsız edici, insana koyu bir hüzün veren, klişenin güvenli sularında yüzmek yerine karanlık sulara daldırılmış melodiler. post rock diye geçiyor sağda solda tarz olarak, ama post rock diyemiyorum ben "kings of time" için, aşıyor post rock'ı, kendine has bir dil yaratıyor. daha yaratıcı, daha melankolik. her iyi grup karanlık ve büyük bir albüm yapmak ister, pink floyd, black sabbath, ulver, radiohead ve daha sayamadığım niceleri bunu başarmışlardı. magyar posse'ye şapka çıkarıyorum bu listeye katıldığı için ve tebrik ediyorum. kişisel olarak en azından bir dönem hayatımın arka planını oluşturdukları için.

an


2008 mayısında bir akşam
güneş vuran perdeleri kapattım
öylece kaldım

pişmanlıklar, yenilgiler, dayanılmaz bir ağırlık


2008 mayısında bir akşam
öylece kaldım

can yücel


"Ali özgentürk'le cok iyi dost olması sebebiyle adana da ceza cektigi sırada-ki neyin cezasıdır bilinmez-özgentürk'ün ailesi tarafından her hafta ziyaret edilir..istegi olup olmadıgı soruldugunda hep üzüm ister..özgentürk ün aileside nezaket gereği ne kadar isterse daha fazlasını getirir ve uzun bu süreç sonucunda olay anlasılır..can yücel icerde bunları sarap haline getirmektedir.."

sos


şu dünyada bağlanması çok kolay, bırakılması ise bir o kadar zor 2 şey var: güzel bir kadın ve ayçekirdeği. ben bu gece 2.sine tutuldum.

tomas rosicky


tomas rosicky en sevdiğim futbolcuların başında gelir. dünya üzerinde bir klasik müzik sanatçısının ismi kendine lakap olarak konulmuş kaç futbolcu var ki? öyle klastır kendisi. "mozart" büyük ihtimalle uero 2008de bize karşı forma giyemeyecek, bir süredir sakat. aslında yazıyı "bir süre daha kendisini sahalarda göremiyeceğiz, sakatlığı ciddi, bla bla" diye de bitirebilirdim, ama sahalarda gördüm onu bugün. pes2008 turnuvasında çek cumhuriyetini yöneten bendenizi kırmadı, 5 gol 4 asist gibi bir istatislikle takımını şampiyonluğa taşıdı. yakışır

şampiyon

büyüksün


"because; destiny, john, is a fickle bitch" - benjamin linus

bir resim-kısa bir flashback


beni tanıyanlar bilir, hafızam berbattır. çoğu şeyi hatırlayamam geçmişe dair, siliktir hepsi. özellikle lise dönemimden öncekileri hatırlamak çok zor, liseden sonra biraz daha aydınlanabiliyor anılarım. şimdi anlatacaklarım da o ilk lise zamanlarından zaten, o çok güneşli ve güzel zamanlardan...

her rock dinleyen çocuk metallica ile mi başladı acaba? çoğunluk öyledir, biz de öyleyiz. unforgiven, nothing else matters, mama said, ne kadar ballad varsa metallicadan ona aşık olarak girdik. anadolu teknik lisesinde okumanın bazı avantajları vardı, t cetveli kullanmak gibi mesela, t cetvelini gitar olarak kullanırdık. ben bokunu çıkartıp cetvelin üzerine perdeleri bile çizmiştim. gitarların, t cetveli kadar hafif, ergonomik ve estetik durduğuna inancımız sonsuzdu. sonra başka gruplar girdi işin içine, slayer, sepultura, iron maiden falan filan. sonra black sabbath çarptı bizi, metallica hep başımızın üstündeydi. bir grubumuz her zaman vardı, bas ve gitarı ayıramadığımız o günlerde ağzımızla gitar çalar, sürekli kasetler doldururduk. sonra ilk gitarlarımızı aldık, prince marka bir akustik gitar, aria marka abuk renkte bir elektro gitar. hemen ciddi bir grup kurmalıydık, dünyayı fethetmeliydik. sonu "-ica" ile bitmeliydi tabii ki!

bazılarınıza çok tanıdık gelebilecek bir hikaye anlattım değil mi? bilgisayarımda gezinirken rastladım üstteki resime, küçücük bir an "hafızamın bahçesine" daldım, oradan hareketle yazdım bu yazıyı. aslında ne kadar benziyoruz hepimiz, ve ne kadar da ayrıyız birbirimizden. hayat işte

nicole kidman

göğe bakma durağı


ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
şu aranıp duran korkak ellerimi tut
bu evleri atla bu evleri de bunları da
göğe bakalım

falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
bu karanlık böyle iyi afferin tanrıya
herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
beni bırak göğe bakalım

senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
seni aldım bu sunturlu yere getirdim
sayısız penceren vardı bir bir kapattım
bana dönesin diye bir bir kapattım
şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
bir ellerin, bir ellerim yeter belleyelim yetsin
seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
durma kendini hatırlat
durma göğe bakalım


turgut uyar

özür


vay be, 4 gündür yazmamışım. herkesden özür diliyorum, mazeretsiz bir yatış değildi bu, yeniden kayıt için gayrettepeye gitmiştim. tekrar da gideceğim, karşılıklı idare edeceğiz artık. en derinden saygılarımı sunarak...

2. yeni


2. yeni'yle tanışmam attila ilhan sayesindedir. edebiyat derslerinde yusuf has hacipleri falan işliyoruz, benim kafam çok ayrı yerlerde, okul kütüphanesi çok geniş, yutuyorum kütüphanedeki kitapları. gebze korsan kitapçılarında attila ilhan kitapları buluyorum, deli gibi şiir okuyorum. attila ilhanın önce garip sonra da 2. yeniyle olan kavgasını okuyorum, bir merak uyanıyor bende, nedir acaba 2. yeni? anlamsız şiir de neymiş? cemal süreya'ya giriyorum, ardından edip cansever, turgut uyar... lisede solcu arkadaşlar aforoz ediyorlar beni, döneklikle suçluyorlar. daha 16 yaşındayım.

sonradan farkettiğim şey şu; 2. yeni kafa yapımı değiştiren temalardan biri. karanlığı, sözel vuruculuğu, imgeleri-hayalleri ile bana yeniyi, deneyselliği, hayalgücünü vaadediyorlardı, cemal süreya okudukça hayallerim çeşitleniyor, turgut uyar okudukça karanlık bir bölgeye girip yeniden çıkıyordum. sıradışı bir deneyimdi benim için. yönümü belirlemişti, doğru veya yanlış.

bunları turgut uyar'ın kült eseri "dünyanın en güzel arabistanı" 'nı okurken yazıyorum. ilerde bu konuya yeniden dönücem. en azından örnekler olarak

syd


"remember when you were young, you shone like the sun.
shine on you crazy diamond.
now there's a look in your eyes, like black holes in the sky.
shine on you crazy diamond.
you were caught on the crossfire of childhood and stardom, blown on the steel breeze.
come on you target for faraway laughter, come on you stranger, you legend, you martyr,
and shine!

you reached for the secret too soon, you cried for the moon.
shine on you crazy diamond.
threatened by shadows at night, and exposed in the light.
shine on you crazy diamond.
well you wore out your welcome with random precision, rode on the steel breeze.
come on you raver, you seer of visions, come on you painter, you piper, you prisoner,
and shine!

nobody knows where you are, how near or how far.
shine on you crazy diamond.
pile on many more layers and i'll be joining you there.
shine on you crazy diamond.
and we'll bask in the shadow of yesterday's triumph, and sail on the steel breeze.
come on you boy child, you winner and loser, come on you miner for truth and delusion,
and shine!

Syd Barrett - first trip video with shine on you crazy diamond

sivas - galatasaray


ilginç bir maç oldu. sivas açık oynadı, gayet de güzel oynadılar, özellikle son bölümde baskı kurdular galatasaray üzerinde. ama her pozisyonda topu mehmet yıldıza şişirmek de bir yere kadar. mehmet yıldız da nasıl bir oyuncudur, yıkılmıyor arkadaş! servet yine müthiş oynadı. galatasarayda barış hala çok kötü, song sağ bekte hatasız, ayhan müthiş liderlik yaptı, attığı gol de harikaydı. sabri ise çıldırdı! fiorentina alır artık onu. sivasta mohammed' in her duran topu büyük tehlike yarattı.

uzun uzun analiz gereksiz, yarın 345 tane spor yazarı bunu yapacak zaten. sivasın açık oynaması 5 gol getirdi kalesine. oldukça şanslı da 3 gol buldular. ama oyunlarına, efendiliklerine şapka çıkarmak gerekir. mehmet yıldız da seneye orda durmaz.

gassray heralde şampiyon

hayat - 5


- düğünü yaptık. düğün sahibi gibi ordan oraya koşturmamın yanısıra piste atlayıp halay bile çektim. halayı da çekmeye başladıktan sonra öğrendim; iki adım, önce sol sonra sağ ayak falan. liseden ve üniversiteden bir dünya adam ordaydı, çoğunu da görememişim uzun zamandır, öpüştük, konuştuk. düğün sonu ise eskihisarda rakı-balık, sohbet. eve döndüğümde ise yatağa çöktüm. manyak gibi oynamışım, fazlası zarar

- düğünde bir baktım, padişah gibi oturmuş masaya, halil toru!. halil toru ki bundan 5 sene evvel cemaat aleminin genç yeteneğiydi, üniversitenin ilk ayında evsiz kalan beni tutup cemaat yurduna yerleştirmişti. 1 gün sonra atıldım ordan. girişte bir form verilmişti bana, boşlukları doldur şeklinde. "hangisini okursunuz? a) nazım hikmet b) necip fazıl ... şeklinde şıklar da vardı. dayadım komüniz ideolojiyi form'a, inadına gider yapmıştım. komünist olduğumdan falan değil, düşmanlığımdan da değil, yaptıkları ayrımdan. ertesi gün kapı dışarı edildim. okulda ise halil toru' ya gözükmemeye çalışıyorum, çocuğa ayıp oldu diye düşünüyorum, yüzüne bakacak halim yok. ilk karşılaşmamızda gelip benden özür dilemişti, mahcup yüzü hala hafızamda. hayatta inanç, ideoloji ayrımı önemsiz, güzel insan her zaman güzel insan işte

- prison break izliyorum seri halde, gecede 3-4 bölüm atıyorum. lost ise beklemede, en son sezon 4 bölüm 9'u izledim, biraz beklesin, harareti geçsin, terini atsın. önemli şeyler bunlar

- tanju okan full mp3 bulmak lazım bir yerden, havalar ısındı, kavun da çıkar piyasaya. tekirdağı sahipsiz bırakmak olmaz

- kolonun sağ üst köşesini de değişken tutmak kararı aldım. ama peter hammill hala taçsız kral, ona lafımız yok tabi ki

- bugün pes2008 oynadık, almanları alıp hallaç pamuğu gibi attım ortamı. bu da bana gideceğim almanya gezisini hatırlattı, almanyaya gidip çılgın atacaktım, pasaportumu bile almıştım. gezi dediysem iş için, pasaport masrafının benden çıkması da cabası. sonra işten kovuldum. napıcam ulan ben şimdi bu pasaportu? hayat hiçbirşey için umutlanmaya gelinmeyecek kadar değişken bir yapıda. kovulduğum günün öğleni de netten laptop bakıyordum mesela. neremde patlardı acaba o laptopu alsaydım?

- "... aşkta meydana gelen şaşılacak durumlardan birisi de sevenin sevgilisine boyun eğmesidir. aşık, kendi şahsiyetini, karakterini sevdiğinin karakterine zorla bağlar. nice hırçın, söz anlamaz, dikkafalı, inatçı, gururlu, huysuz kimseler aşk rüzgarlarını içine çeker çekmez aşk denizine daldılar, içinde dolaştılar. bükülmez huyları yumuşadı, zorlukları kolaylaştı, keskin bıçaklar köreldi, kibirleri alçakgönüllülüğe dönüştü. bu konuda bir şiir yazdım..." ibn hazım/güvercin gerdanlığı