ilhan berk 1918-2008


ilhan berk tedavi gördüğü bodrumda 90 yaşında vefat etmiş. daha önce şu postla kendisinden bahsetmiştim, bu seferki bahsedişim ise çok üzücü oldu. bugünün ismi de bu olacakmış demek ki. allah rahmet eylesin



büyük şairdi

miranda kerr

şampiyonlar ligi 08-09


foto cankuş blog dimassimotalento dan. galatasarayın ön elemede elenmesi baros sevincini bitirdi, fenerbahçe tek tabanca şampiyonlar liginde. her ne kadar bu sene büyük takımlar katılsa da uefa kupası ilgi çekmeyen, renksiz ve heyecansız geliyor, şampiyonlar liginin yanında. üzüntüm büyük

neyse, gruplara gelelim. fenerbahçenin grubu kolay gözüküyor, 2. olarak gruptan çıkacaktır yine bence. arsenal grubun favorisi tabii ki. diğer tahminlerim şöyle; a grubu: chelsea-roma, b grubu: inter-werder bremen, c grubu: barcelona-shaktar, d grubu: atletico-liverpool, e grubu: manchester united-villareal, f grubu: bayern-fiorentina, h grubu: real madrid-juventus

kupayı real madrid alır diyesim var, ama chelsea kenardan bastırıyor, inter ise morinyomuz yeter diyor. karasızım. gönül ister ki juventus alsın, ama imkansız gibi.

fener ise gruptan çıktığı gibi elenir diyorum, karşısına kim gelirse gelsin. josicolarla falan olmaz bu iş, ne yazık ki

blake, ulver ve ecevit


ingiliz şair william blake, "aptal, aptallığında iyice dirense bilge olurdu" der. bu söz, bizi oturup düşünmeye zorluyor, ve evet, sonunda ona hak vermek zounda kalıyoruz. bilinçli yapılmış aptallığın kabul görmesini bir modern zaman saçmalığı olarak gören ben, bu sözden sonra sanırım düşündüklerimi yemiş gibiyim. evet blake taa o zamandan çizmiş işte gerçeği. hayatta bilinç varsa her şeye tolerans var

blake müzisyenleri de etkilemiş, kategorilenemeyen bir müzik grubu olan ulver' in "themes of william blakes marriage of heaven and hell" isimli bir albümü vardır. albüm grubun ilk dönemiyle 2. dönemi arasında sıkışmış gibidir.

ingiliz edebiyatını ülkemizde en iyi bilenlerden biri de bülent ecevit' tir bu arada. kendisinin 1940lar ve 50lerde yazıp dergilerde yayınladığı şiirlerde, şiir üzerine yazılarında bu gerçek öne çıkar.

ecevit dedik, aklıma dedem geliyor hemen. eveciti o kadar severdi ki, her seçim öncesi bizi yanına oturtup eceviti överdi. karaoğlandı o onun için, sonradan fiyakasını bozsa da. evindeki tuzluklar bile ecevit benzeri bir figür şeklinde alınmıştır.

sanırım bir veya bir kaç nesil aynı kanıdadır, aynı duygular içerisindedir ecevit hakkında. siyasetinin son döneminde bitmez gibi görünen kredisini yitirmeye başlamıştı, ama o her zaman karaoğlandı

ben mi? ben siyasetle ilgilenmiyorum. kişiler düşüncelerin üzerinde benim için

a sunday smile



hayatımda en çok dinlediğim 2. şarkı falandır heralde. pencereyi açıyorum ve bir sigara daha yakıyorum. "a sunday smile" ha, bu mu lan smile zach efendi? insan insana bunu yapar mı? ayıptır

all i want is the best for our lives my dear,
and you know my wishes are sincere.
whats to say for the days i cannot bare.

a sunday smile you wore it for a while.
a sunday mile we paused and sang.
a sunday smile you wore it for a while.
a sunday mile we paused and sang.
a sunday smile and we felt true.

we burnt to the ground
left for you to admire
with buildings inside church of white.
we burnt to the ground left a grave to admire.
and as we reach for the sky, reach the church of white.

a sunday smile you wore it for a while.
a sunday mile we paused and sang.
a sunday smile you wore it for a while.
a sunday mile we paused and sang.
a sunday smile and we felt true.

hayat devam ederken


dün akşam bay emrdeydim, magdalena olarak bir şarkı bitirdik, iki eski dost olarak yemek yedik, piizimizi yaptık, eğlendik. dün gece bir de halü gördüm ki dostlar başına! yanlız başıma uyuyorum, gözümü açtığımda gayet gerçekçi bir bay emre kafası bana bakıyor. fırladım yataktan, onun yattığı kata indim. uyandırmaya da kıyamadım, ki gördüğüm şey gerçek değil sonuçta, ayıp yani. paşa paşa yatağa geri dönüş

bütün gün uyudum, akşam ise sevinçle başladı, hüzünle bitti yine. imkansızlığı bu kadar zorlamam hem saçma, hem çocukluk, hem de bağımlılık yaratan bir tad bırakıyor dilimde. akşam bay emre aradı, "jacaszek" dedi, "beni çok kötü yaptı, ne kadar karanlık birşey bu!". eve çıktım, jacaszek açtım. bugünün adı da bu olacakmış; "jacaszek - treny". sizlere öneresim gelmiyor bu albümü, serdar ortaç dinleyin, mfö falan dinleyin siz. bana uymayın sakın

dünya "takoz recep' in malmö' de kendi kalesine attığı golü" anma günü


bay okhanla bugünü dünya "takoz recep' in malmö maçında kendi kalesine attığı golü" anma günü ilan ettik. golü bir daha izleyelim ve kabul edelim; nice van bastenler, maradonalar, bergkamplar geçti bu alemden, şu golü hangisi attı?

son dönem dinlediklerim


- olafur arnalds - variations of static: olafur abiden bir post boyunca söz etmiştik, lafı uzatmaya gerek yok, kanımca en başarılı albümü "variations of static" , ve çok başarılı eserler barındırıyor. "fok" ve "haust" favorim

- andy yorke - simple: thom yorke' un ufak kardeşi andy yorke pop-rock etkili singer/songwriter albümüyle karşımızda. şüphesiz ki kardeşiyle karşılaştırılacak, biz de karşılaştıralım; thom york' dan daha kırılgan, daha basit, daha az deneysel sularda gezinen bir müzik yapıyor andy. iyi mi? iyi. eh, o kadar işte

- anathema - hindsight: eski şarkılarını yeniden akustik tabanlı kaydetmiş anathema, bir dinleyeyim dedim. açtım, dinledim, etkilendim, anılara gittim geldim. ama bu kadar işte bu da, fazlasına yaşım müsade etmiyor artık. güzel diyorum, hoş diyorum, başka albüm açıyorum.

- ticonderoga - ticonderoga: çok çok ilginç bir albüm, piyangodan çıktı nerdeyse. normal indie bir topluluğu normları bu kadar zorlarsa böyle güzel işler çıkıyor. atonallik, disarmonik alt tabanlar, güzel fikirler, güçlü besteler, ve kesinlikle el değmemiş yerlerin kurcalanması. ben bayıldım, mutlaka dinleyin

bir zamanlar fırtınalar estirirdim



bir zamanlar fırtınalar estirirdim - mazhar alanson


sözlerin altına imzamı atıyorum, ve şarkıyı kendime yolluyorum. yok yok, sadece kendime değil, bütün "bir zamanlar fıtınalar estirmiş" insanlara yolluyorum. saygılarımla


Bir zamanlar firtinalar estirirdim
Eskisi gibi degilim simdi degistim
Kumarim yoktur kavga etmem
Her gece barlara gitmem

Ne bileyim ben, ah ne bileyim ben

Bir kus kanatlanir su gönlümden
Çirpinir çirpinir da uçamaz
Gene bir davet çikarsa senden
Dönerim bilirsin asigim
Asiklar kaçamaz
Asiklar kaçamaz

Insan olmak yetmez yetmiyor zaten
Süpermen süpermen olmak lazim bazen

Nasil da yeniden asik oldum ben
Bu sevda bambaska avare eden
Ne bileyim ben

Bir kus kanatlanir su gönlümden
Çirpinir çirpinir da uçamaz
Gene bir davet çikarsa senden
Dönerim bilirsin asigim
Asiklar kaçamaz
Asiklar kaçamaz

Simdi benim adim ne olur ne olmaz
Bu isler artik bana inan ki koymaz
Kiminde az muhabbet kiminde naz
Sende ne var bende biraz

Ne bileyim ben, ah ne bileyim ben

Insan olmak yetmez yetmiyor zaten
Süpermen süpermen olmak lazim bazen

Nasil da yeniden asik oldum ben
Bu sevda bambaska avare eden
Ne bileyim ben

Bir zamanlar firtinalar estirirdim
Eskisi gibi degilim simdi degistim
Kumarim yoktur kavga etmem
Her gece barlara gitmem

olafur arnalds


nijeryalı explosive striker ismi gibi dursa da, aslında bir neo-klasik müzik kompozitörü olafur arnalds, ve çok ama çok ağır bir müzik yapıyor. sağolsun bay warg stumble yoluyla sanatçının myspace adresini göndermiş, hiç duymamıştım adını, fakat örnek şarkıları dinlememle albümlerini kovalamam bir oldu. çaresizlik, koyu bir ağırlık, karanlık, ıstırap, şu ara kaçmak istediğim ne kadar şey varsa olafurun müziğinde var, ağına düşmem çok kolay oldu böylece. hoş, kaçmak isteyip de kaçamamak böyle birşey olsa gerek

sanatçının hali hazırda iki albümü bulunuyor, 2008 tarihli "variations of static" şimdilik kendini loopa aldırmakta zorluk çekmedi, ağır ağır yürüyor, electronica dokunuşlu klasik minimak kompozisyonlar eşliğinde, ama bu türe ait olan "fon müziğiyim, bir süre sonra sıkarım, ciddiye alınmam" konseptinin bu albüm için geçerli olduğunu sanmıyorum. melodinin gücü var, ağırlığı var bu albümde

diğer albüm 2007 tarihli "eulogy for evolution" elime yeni geçti, ama on da dinlediğimde bir yorum yazmak isterim tabi. sanatçının myspace adresi aşağıda, sadece bu türü sevenler değil müziği sevenler dinlemeli

http://www.myspace.com/olafurarnalds

not: yukardaki fotoyu da benden çarpmadıysa ne olayım! o konsept benim ulan!

harry kewell

sadece 23 dakika oyundaydı, ama kralına değil alayına giderini yaptı. yakışır

kara kitap


... şehrin ışıklarına dönerken, felaket anlarında ölümü karşılamanın en mutlu yolunun bu olduğunu düşünerek uzak bir sevgiliye acıyla sesleneceğim: canım, güzelim, kederlim, felaketler zamanı gelip çattı, gel bana, nerede olursan ol, ister sigara dumanıyla dolu bir yazıhanede, ister çamaşır kokan bir evin soğanlı mutfağında, ister dağınık mavi bir yatak odasında, nerede olursan ol, vakit tamam, gel bana; yaklaşan korkunç felaketi unutmak için perdeleri çekili yarı karanlık bir odanın sessizliğinde bütün gücümüzle birbirimize sarılarak ölümü beklemenin zamanı geldi artık."

yukarıdaki satırlar türk edebiyatının en karanlık, en karmaşık, en ilginç kitaplarından birinden alıntı, orhan pamuğun "kara kitap"ından. herhangi bir yerinden alınmış herhangi bir paragrafıyla yukarıdaki alıntı benzeri bir ürperti, karanlık hissiyatı duyacağınız böylesine güçlü başka bir kitap daha var mı bilemem, ama kara kitabı okuduğum 1999 senesinden bu yana (yalnızca 15 yaşındaydım!) hayatımın en azından belli bazı bölümlerini onun sayesinde şekillendirdiğim gerçek. karanlık duygusunu, kaotik manzaraları, sarsıcılığı, hüsnü aşk-vari bir aşkı, "her kapısı, her bacası ayrı bir işaretler yumağı olan" olarak anlattığı istanbulu sanırım ilk ondan öğrendim

kısaca özet geçelim o halde; galip karlı bir kış günü karısını kaybeder, ve karısını bulmak için amcasının oğlu köşeyazarı celalin yazılarından yola çıkarak istanbulda karısını aramaya başlar. hüsnü aşk'dan mevlana ve şemis tebriziye, harflerin esrarını arayan hurufilerden istanbulun arka sokaklarındaki pavyonlarda birbirlerine hikaye anlatan insanlara, boğazın sularının çekildiği zamanlardan aladdinin dükkanına, herşey ama herşey karlarla kaplı karanlık ve kaotik bir istanbul manzarasında hayat bulur, galip gözleri yaşlı bir şekilde rüyayı aramaktadır. ve ayrıva insanın kendi olabilmesinin bir yolu var mıdır?

kara kitap hakkında yayınlandığından sonra çok şeyler yazılıp çizildi, ki tahsin saraçın ünlü eleştirisi de buna dahil. merak edip okumak isteyenler varsa şöyle buyursun.

kitabın ilk aldığım baskısının müthiş bir kapağı vardı, ne yazık ki onu kaybettim. işin ilginci googleda bile bulamadım, bulunca buraya koyayım. foto ise şimdiki kapak baskısı olmakta

hala hayatımda okuduğum en güzel kitap diyorum kara kitap için. her sene kış aylarında yeniden okuyorum onu, bir şölen gibi, ritüel gibi. belki değerini oldukça duygusal bir noktadan alıyor benim için, ama çocuklukta hayatımıza giren herşey bizim için birazcık öyle değil midir?

"marketçi dostunu arayıp dakikalarca ağladı!"

fotospor artık "ilk yarım saati geçmiş dünyayı kurtaran adam filmi" hissiyatı veriyordu bana, o kadar alışmıştım ki saçmalıklara gülemiyordum falan. ama bay massimonun dikkatini çeken ve bana gönderdiği 13.08.2008 tarihli fotospor beni benden adı yine. "aurelio kadıköydeki marketçi dostunu arayıp dakikalarca ağladı" ne demek? nasıl yani? yuh bee

yardım!


t-shirt alasım var, hatta t-shirtler, bir kaç araştırma, karıştırma ile bu siteye denk geldim: http://www.designbyhumans.com/. sanırım siteye üye olan tasarımcıların tasarladıkları t-shirtler bunlar, çoğu da ilginç ve yataıcı şeyler. neredeyse bir 10-15 tane "bayıldım" diyebileceğim t-shirt seçtim ki buna bütçem müsade etmiyor. sizden de bir ricam var, siteye bakıp beğendiğiniz modelleri yorumlarsanız çok memnun kalırım. malumunuz, çok kararsız bir adamım ben, ve zevkli okuyucularım olduğunu hayal ederek yaşıyorum. şimdiden teşekkürler

mesela fotodakini şimdiden gözüme kestirmiş durumdayım

öf

BU NE BE

son dönem dinlediklerim


1 - elizabethtown soundtrack 1-2

2 - yasemin mori - hayvanlar

3 - tindersticks - hungry saw

4 - radiohead - amnesiac

5 - hrsta - ghosts will come and kiss our eyes

aşk

ne garip şey şu aşk. meşru olamayan, hep ayrık kalmak isteyen, mutluluğun somut hali gibi görünürken aynı zamanda tersine de dönüşen. aşk sanki birşeye ulaşma anı, onu kovalama veya ona ulaştıktan sonraki huzur değil. zaten aşk huzuru da kovuyor, mutluluğu da. aragon "mutlu aşk yoktur" derken bundan bahsetmiyor muydu, ya da cemal süreya "mutluluğun aşkı olmaz, olsa da adını başka türlü koyalım, mutluluk diyelim, karı-kocalık diyelim, dostluk diyelim" derken? hem rekabetten doğan, hem huzur arayan ama doğası gereği ona hiçbir zaman ulaşamayacak olan

kaçmak isteyip de bile isteye içerisine daldığımız şey. hem onsuz yapamayıp hem onunlayken biten şey. ona sahip olmak onu elden kaçırmakla eş değer, öyle soyut, öyle elde tutulmaz. her insanın sonsuz susuzluğu, bitmek bilmeyen isteği ve bir anlamda imkansızı

nasıl da elinde tutuveriyor bizi. onu reddetmek de bir seçim, ama yine mutsuzluk var sonunda

"aşk; en büyük sayrılık, ve en büyük sağlık" demiş cemal süreya, katılmamak elde mi! 2008 ağustosunda, sıcak bir yaz gecesindeyim, tindersticks - hungry saw albümünü dinliyorum, bunları düşünüyorum ve bunları yazıyorum. aşk, musuzluk, huzur, acı; yaşıyoruz işte, buna şükür

çorap


"bunu yazmam gerek" dediğim şey: diz altı kısa çorap çirkin kadını bile güzelleştirebilir!


siyah olanı da fena durmamış tabi ki

excel tablosu

elizabethtown soundtrack


elizabethtown filmini ilk geçen sene izledim. klasik bir romantik komedi filmi değildi, klişelere, o türe ait olaylar trafiğine sahip olmasına rağmen sıcaktı, sevimliydi, işte ne bileyim pek bir başarılı duruyordu.

filmin pek çok başarılı tarafı var, ama filmi izlemiş olanların da kesinlikle katılacakları gibi filmin belki de en başarılı tarafı inanılmaz müzikleri! 2 cd çıkan soundtrack albümü, özellikle filmin sonunda orlando bloom' un evine dönüşünde dinlediği müziklerden oluşuyor, ki yapılan seçme inanılmaz güzel olmuş. ryan adamslar, tom pettyler, patty griffinler, ve müziği bilirim diye geçinen benim gibi bir insanı beni dumura uğratacak, daha önceden dinlemediğim bir sürü müzisyen. özellikle elton john' un "fathers gun" diye bir şarkısı var ki, ne albümlere bedel!


bu iki albümü şiddetle öneriyorum, ve tabi ki mümkünse albümleri dinlemeden önce oturup bir "elizabethtown" ı seyredin diyorum.

geri dönüş


"ben şimdi diyorum ki
buna inanmak gerek
bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu
ve direnmek
hep direnmek adına..."

turgut uyar

size bakmanın tarihi

hilmi yavuz okuyorum. gece, karanlık, acı, şiir


size bakmanın tarihi

size bakmanın tarihi! siz
bir gonca kadar kendiliğinden
yazılmış olmalısınız
derin, korkunç ve ergen
kalbim, sevdalara sığmayan kalbim
bir dağı içeriyor geçerken
siz o dağa sanki kış
ve sanki bıldır yağan karsınız
umarsız sözcüklere bulanmış

size bakmanın tarihi! siz
bir keteni köpürten yaz
ve inanılmaz
yalnızlıklarsınız: sadece
sizin olan o vahim, o beyaz
ve kuytu gurbet sesleriyle
işlenmiş yazdıklarınız
ve yanık, kavrulmuş dizelersiniz
kimbilir hangi sevdalara dolanmış

size bakmanın tarihi! bir
kalbime güvensem sizi hep
okurdum ben... ama nedense
hep aynı hüzün ve
hep aynı tutkuyla
bakmayı bilmediğimden, ne yapsam
bir ilenç, bir kargış
gibi ardım sıra geliyor şairliğim
o solgun yolculuğa adanmış

how to disappear completely?


nasıl? nasıl? nasıl?