kepenk indiriyoruz, çünkü taşındık gibi

http://battlethepinkrobots.blogspot.com/

bir süredir yazmıyordum sizin de farkettiğiniz üzere, bu blog vadesini doldurdu diye düşünüyorum çünkü. yeni bir imaj ve konseptle okhy dokhy ve ug olarak yeni bir blog açtık, kurdelayı kestik, pastamızı yemeye herkesi bekliyoruz.

ug the undercover man blogu hayatımda güzel bir anıydı, öğrenci olarak girip kalfa olarak çıkıyorum burdan. postları anı olarak bırakıyorum, blog böyle kalsın.

herkese teşekkürler

kpss sonucu


kpss açıklandı, 84.303 puan almışız. bu da demek ki istanbul zor, izmir zor, ankara belki zor, izmit göreceli, diğer kentlerin oluru var. destek verenlere çok teşekkürler. şimdi önümüzde tercih maratonu var, bakalım neler olacak

mavi lark


kırk yıllık kırmızı klasik paket lark ve yancısı beyaz lark light' a kardeş geldi, ve biz bayıldık. mavi paketli yeni larkları sigara içenleriniz sigara rafında farketmişsinizdir. tad olarak yumuşak, temiz ve klasik lark tadında, görüntü olarak ise direkt parliament çakması. güzel sigara ama

pes 2009


pes 2009 oynuyorum günlerdir, bazı eksik yanlarına rağmen müthiş bir oyun olmuş. eksikler yapay zekanın hep aynı tip hücum organizasyonuna sahip olması ,yani top dolaştır, boşluk bulursan uzun oyna türünden, sonra oyuncuların hala fifa yumuşaklığına (gevurların "smooth" dedikleri şey) sahip olmamaları, çözünürlük problemleri... iyi yanlarını şöyle sayabiliriz: yeni menü, artık önemi anlaşılmış menü müziklerinin güzelliği, şampiyonlar ligi, oyunun zorluk derecesi (tabi bu bazılarına eksi de gelebilir, oynanış ve bilgisayar yapay zekasını alt etmek cidden zor), oyunun sistem gereksinimleri olarak çok iyi optimize edilmiş olması, ve tabii ki become a legend modu

become e legend modu bir oyuncu yaratma ve onu kariyerini yönlendirme modu ki insan bu güne kadar nasıl düşünülemedi diye düşünmeden edemiyor. tabii new star soccer serisi bu fikri ilk ortaya atan oyundu, ama sensible soccervari grafiklerle oynanıyordu, ve gerçekçilik hissi veremiyordu. şimdi next gen grafiklerle kariyer yaratmanın tadına varıyoruz, deneme maçına çıkıp kendimizi göstermeye çalışıyoruz, idmanlarda sürtüyoruz, transfer oluyoruz, milli takıma çağrılıyoruz vs. oyunu aldığımdan beri master league açmadığıma göre bu mod olmuştur bana göre. önümüzdeki senelerde çok daha iyi olacak eminim

ayrıca şampiyonlar liginin 4 senelik haklarını almış konami, ve gerçekten bunu oyuna süper yansıtmışlar. gaz müziğimiz giriyor, o klasik şl arması ortaya çıkıyor, kafasını alıyoruz hemen, tribine giriyoruz. güzel şeyler bunlar

gayet tatmin edici olmuş bu sene pes, özellikle fifaya bakarsak. fifanın geçen sene yaptığı atağı yeniden tekrarlaması gerekiyor, ki biz tüketiciler rekabet ortamından faydalanalım. ama bu sene pes 2009...

magdalena - şahdamar

Boomp3.com

grubum magdalena ile geçenlerde bir şarkı kaydettik, şimdilik bir taslak sayılabilir, ev ortamında gitarlar, yapma bir bateri ve klavyeyle kaydedilmiş, belki de eksik bir versiyon bu, ama müziğimiz budur diyebileceğimiz bir örnek işte. şarkıyı dinleyip değerli yorumlarınızı esirgememenizi rica ediyorum, bizim için çok önemli şu aşamada yorumlarınız çünkü

şimdiden teşekkürler

kaderin dizaynı

büyük ve unutulmuş bir albümden büyük bir şarkı

Boomp3.com

kaderin dizaynı

karanlıktan korkan bir kadın ağaçlı yolda yürüyor
geçmişten çılgın bir hata yıpranmis bir teselli aklında
yaşlı sakat bir tenisci beton kortta duruyor
soğuk yüzü yansıyor elinde tuttuğu kupaya

saatin sesi çalmakta kathedralin çanları gibi
yalnızlar şimdi susmakta şiirin müziği gibi

bitkin bir rahip mum ışığında verdiği vaazlar ardında
gözyaşları damlıyor elinde tuttuğu kuran'a
pişmanlıktan kaçan bir yanılgı tarihin tozlu dosyasında
zaman bir girdap gibi kaderin kör dizaynında

nasıl ki nicedir
bir bodrum da
boş bir küpün karanlık kaslarında
bir örümcek amaçsızca dolaşırsa
size göre amaçsızca ama ona göre

saatin sesi çalmakta şöhretin hırsın aklında
yalnızlar şimdi susmakta inancın umudun koynunda

küller toprağa karıştı
inanmışların rüzgarında
saflık bir anlam buldu
iyilerin ruhunda

bunlar da...

"yazmazsam çıldıracaktım", sait faik' in ünlü lafıdır, ama evet yazmazsam çıldıracaktım. blogger.com kapandı, galatasaray olympiakosu eledi, kpss hala açıklanmadı, nerdeyse vizeler geldi, hull city inatla yukarılarda, hoffenheim de, inanın zerre ilgimi çekmiyor hiç birisi, kendimi garip hissediyorum, sigara içiyorum sürekli, camdan dışarı bakıyorum, sokaklarda geziyorum

bunlar da geçecek, biliyorum

bunlar da geçecek

kpss


kpss sınavı yarın sabah. çalışmalarımızı öğlen yaptığımız bir idmanla bitirdik, maç saatini beklemeye başladık. ben diyeyim şampiyonlar ligi finali, siz deyin dünya kupası finali, maç çok zorlu geçecek. tam heyecan kasırgası anasını satiyim

benim için dua edin

newton faulkner - bohemian rhapsody



yıllardır bay talentoyla şu şarkıyı çalalım, edelim, şöyle yapalım, böyle yapalım der dururuz, şimdiye kadar tek yaptığımız şey banliyo treninde enstrumanları paylaşıp şarkıyı ağzımızla çalmak/söylemek oldu. bay warg newton faulkner diye bir müzisyen linki göndermiş last.fm üzerinden, baktım ki adam tek gitar bohemian rhapsody çalıp söylemiş. yorum çok güzel, ama adam hafiften zibidi. akustik gitar kullanımı, aranje falan gayet başarılı, bravo dedim. ama zibidi herif biraz, onu da söyliyeyim

kısa lark


kamyoncu sigarası diyen var, askeriye sigarası diyen var, hiçbirisi umurumda değil. stres manyağı olup aşırı sigara tüketimi yaptığım bir dönem yerini daha hafif olan kısa parlaimente bırakmıştı, onun haricinde 6 senedir içiyorum kısa larkı. bir hesap yapsam bu zamana kadar toplamda içtiğim kısa lark sayısından ürkerim. çok severim, başka sigara nadiren alırım

bu akşam öğrendim, lark kullanıcıları arasında tyler durden ve john lennon da varmış. hadi tyler durden neyse, john lennonla aynı ciğer zevkine sahip olmak gururumu okşadı

kısa lark foreva yani

semih

henryk gorecki



bende bir müzik eserini sevmek onu albüm içinde görmemle başlıyor, kaset çağından gelme bir alışkanlık işte. bay okhanın bundan 1 ay önce dinlettiği gorecki' nin 3. senfonisinin ilk kısmını gayet güzel bulmuş ama yerini oturtamamıştım. dün klasik müzik uzmanı bay denize danıştım, senfoninin bütününü gnderdi bana saolsun. taşlar yerli yerine oturunca yapılacak yorum: müthiş! şimdiden en sevdiğim 10-15 albüm arasına girdi bile.

müziği şarkı şarkı dinleyenler genelde mp3 dönemi çocukları, albüm albüm dinleyenler ise kaset dönemi çocukları oluyor, dikkatimi çeken birşey bu. ben diyorum ki, her albümün bir ruhu, havası vardır, kendine has durumlarla yerine oturan, dokunulmazlık edinen bir özel durum yaratır albümler. şarkıları tek tek dinlemenin, tartmanın ise olumlu bir yararını göremiyorum (belki zaman kazancı?). 22-23 yaş ve üstü kuşağın belki böyle bir kazanımı vardır.

gorecki için bay okhana ve asıl olarak bay denize teşekkürlerimi sunarak

apocalypse now!


"gerçek bir özürlüğün neye benzeyeceğini hiç düşündün mü? başkalarının yargılarından ve kendininkilerden kurtulmak. beni öldürebilirsin, fakat beni yargılayamazsın. dehşetin ne olduğunu bilmeyen insanlara gerekeni kelimelerle tarif etmek imkansız. dehşet... dehşetin bir yüzü var. onunla dost olmalısın. ahlaki şiddet ve dehşet senin dostundur. eğer değillerse, korkulması gereken düşmanlardır. gerçek düşmanlarındır."

albay walter kürtz / apocalypse now

rick wright


dışardaydım, eve bir döndüm ki herkesten mesaj: rick wright ölmüş

asla ulaşılamayacak bir noktayı oluşturan 4 adamdan biri işte, ve belki de aralarında karakter olarak en güzeli. kim ne diyebilir hakkında, ya da hakkında konuşulanların ne kadarı yetebilir?

yazacak birşey bulamadım cidden, hayat, ölüm, müzik iç içe geçti bu haberle, asla gerçekleşmeyecek bir sürü hayal da bıraktı arkasında. belki dave gilmour' u daha çok severim, ama bu ölüm onunkinden daha üzücü olacakbende kesinlikle, işin içine kırgınlık da giriyor çünkü

kırgın ayrıldı, waters' a da burdan selam olsun

toprağı bol olsun

marlon brando


şu günlerde marlon brando' dayım, "last tango in paris" i, "apocalypse now" ı yeniden izliyorum. oyunculuğunun ulaşılmazlığı bir yana, inanılmaz bir karizması var brando' nun, maria schenier' ın "pariste son tango"da düştüğü durumlara bakınız, "baba"daki duruşuna bakınız, ya da "apocalypse now"daki karşı durulmaz tanrısallığına, ne demek istediğim ortaya çıkacak

büyük adammış vesselam, saygıyla anıyorum. hastasıyım

arçil olmak

(sabah sabah aklıma aniden gelen isim, arçil...)

arçil belki hayatından memnundu, abisi nereye gitse onu da yakınına alma şartı koşuyordu, belki de çoğu zaman çok fazla çalışmadan geldiği nokta onun için yeterliydi, ama sorarım size; arçil olmak nasıl birşey hiç düşündünüz mü? ben geçenlerde düşündüm, çok da hoş olmasa gerek. "elin gürcüsüne bu hayat yeter de artar bile" diyenler için soruyorum, elinde avucunda tek bir yaşamı olan, ve o yaşamı boyunca "şotanın kardeşi" olmaktan ileri gidemeyen, ya da ne yapsa bunu aşamayacak olan bir arçilin dramı nasıldır, ne acıdır...

izlediğim kadarıyla (ki pek de hatırlamıyorum, izlenim olarak biraz) çok da kötü topçu değildi arçil, ama şanssızdı, yükselen kardeşinin yanında ezilmeye mecburdu, çaresizdi.

arçil olmak kolay değil, allah sabır versin tüm arçillere.

bu arada arçil ne demek be? arçil. arçil. peeh isme bak

tyler


gerçekte ciddi anlamda güzel, derin ve kaotik bir kayıp kuşak filmi olan "fight club" 'ı "tyler durden ne kaddar karizmatik, erkekler dövüşüyor ne kaddar da erkeksi, ne kaddar sert" düşünceleriyle "nightmare before christmas"vari bir klişeye indirgeyen onca yurdum insanına selam ederek:

"neden senin ve benim gibi adamlar bir fransız yorganının ne olduğunu bilirler? sanki bu, avcılık-toplayıclık anlamında yaşamımızı sürdürmemiz için çok mu gerekli? hayır... bizler tüketiciyiz. bizler bu saplantılı yaşam tarzının yan ürünleriyiz. cinayet, suç, yoksulluk... böyle şeyler beni ilgilendirmiyor. beni magazin dergileri, 500 kanallı televizyon, iç çamaşırımın üzerindeki isimler, rogaine, viagra, olestra ilgilendiriyor... martha stewart' a lanet olsun! martha stewart titanic' den kazandığı paraları sayıyor. her şey dibe vuruyor... ben "mükemmel olmayı bırak" diyorum. "gelişelim" diyorum.

sahip olduğun şeyler en sonunda sana sahip oluyor."


tyler durden

hoşgeldin fethi abi


sevgili kardeşim bay okhanın babası, canım abim fethi canbaz ilk kişisel blogunu açtı! kültür donanımı olarak en kralına giderini koyacak denli güzel bir insan olan fethi abimin keyifli muhabbetini ve engin deneyimini artık yazılarından okuyacağım için çok mutluyum. blog ailemiz çok değerli insanlarla genişliyor, hayatta güzel şeyler de oluyor.

tekrar hoşgeldin fethi abi

http://ohikayedekidonkisotbenim.blogspot.com/

eleanor rigby


the beatles' ın 1966 tarihli revoler albümünden bir klasik "eleanor rigby" ve her dinlediğimde beni kedere boğar. eleanor rigby' de kilisede çalışan, yanlız başına ölen ve mezarına kimsenin gelmediği eleanor rigbyden bahsedilir. ölüm anında hepimiz yanlızız, kabul, ama yanlız başına ölmek başka bir keder, başka bir acı. tarifsiz karanlık kaplıyor içimi.

beatles' ın büyük çalışması var bu şarkıda. ne majör-ne minör hava ve karanlık bir huzura sahip yaylılar ile enfes beatles vokalleri. karanlık etleniyor, şarkının içine sızıyor

post fotoğrafı eleanor rigby' nin liverpooldaki mezarından.

"all the lonely people
where do they all come from?

all the lonely people

where do they all belong?"

müzik soruşturması 1 - yakın dönem


ne zamandır aklımda var böyle şeyler yapmak, etrafımdaki insanlar genelde müzikten anlayan, müzik gündemini sürekli takip eden insanlar, böyle canlı anketlerle güzel yaklaşımlar ortaya çıkabilir. seçtiğim dostlarıma sorduğum soruları 5de sınırlı tuttum. sorular yakın dönemi kapsıyor, ilerde genel kapsamlı sorularla bir daha dönmeyi düşünüyorum bu konuya. müzik hakkında yazılmış albüm kritiğidir, tanıtma yazısıdır; bunlar statik kalan, etkisi olmayan şeyler oluyor genellikle, oysa ki böyle anketlerin ileriye taşınma ihtimali var, ve çok daha değerli oluyorlar.

soruşturma soruları:

1 - son zamanlarda dinlediğiniz en güzel albüm?
2 - son zamanlarda sizi en çok şaşırtan/heyecanlandıran grup/veya albüm?
3 - son zamanlarda sıklıkla dinlediğiniz grup/albüm?
4 - yeni çıkmış gruplardan en beğendiğiniz hangisi?
5 - türk müzik piyasası ve gidişatı hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

bay okhanın cevapları şöyle:

1) kesinlikle Opeth-Watershed
2) Metallica - Death Magnetic
3) The Flaming Lips - Yoshimi Battles the Pink Robots
4) Crippled Black Phoenix! gerçi sabit bir gruptan çok yan proje gibi ama (Mogwai ve Electric Wizard grubundan elemanlar) bu kadar güzel müzik yapıyolarsa eğer devamı gelir diye düşünüyorum, ümitliyim.(gerçi bu 2007de çıkmış bir grup ama,yeni sayılır. 2008de çıkanlardan yorum yapacak kadar dinlemişliğim yok)
5) Türk piyasasıyla istisnalar haricinde işim olmaz.yapılan müziği genel olarak çok komik buluyorum. ama Erkan Oğur, MFÖ gibi istisnalar gerçekten çok değerli benim için. Yasemin Mori de yeniler arasından sıyrılan tek isim...

bay ilkayın cevapları şöyle

1) Blotted Science - The Machinations Of Dementia
2) Metallica
3) Blotted Science - The Machinations Of Dementia
4) TesseracT
5) Türkiye'de müzik dünya genelinde olduğu gibi popularizmin arkasına takılıp gitmekte. fakat dünya standartlarından farklı olarak türk dinleyicisinin müzikalitesi daha alt seviyede. yani dinlediğinden çok söyleyene önem vermiş durumda. bunu bilen müzik üreticileri ve productorlerde kalite için değil reklam için emek sarfetmekteler. fakat arkamıza baktığımızda yinede durumun eskisi kadar kötü olmadığını görüyoruz.zira özellikle yaz döneminde ülkemiz birçok müzik türünde bir çok ismi ağırlamakta. festival sayısı geçtiğimiz yıllara göre bir hayli fazla. örneğin rock n coke, masstival, one love gibi festivaller tarzı olan önemli festivaller. bunlar dışında türünün birçok önemli ismi türkiyeyi sık sık ziyaret etmkete. geleceğe dair bişey söylemek gerekirse bu tip organizasyonlar türk dinlecisinin kulağını daha kaliteli ve emek sarfedilmiş müziklere alıştıracağı için populer muziği bile bir standartta isteyecek insanlar. ya da biz öyle umuyoruz.

benim cevaplarım ise şöyle:

1) viva la vida or death and all his friends - coldplay
2) jacaszek - treny
3) jacaszek - treny
4) holler! wild rose
5) yasemin mori' nin bu konuda yeni açılımlar getirdiğine inanıyorum ki bence ilerisini çok fazla etkileyecek bir albüm "hayvanlar". sakin de çok övüldü, değer verildi ama ben tadına varamadım. fakat her şeye rağmen artık müzisyenlerin estetik kaygısının yükselmesi ve müziğin gidişatını takip etmeleri güzel. ilerisi şu andan daha kötü olmayacak bence, umutluyum


ve lütfen, siz de kendi cevaplarınızı da yorum olarak gönderin, üzerinde tartışalım, konuşalım.

meriç

irish setter



bir sabah kalktım ve şunu düşündüm; bir köpek almalıyım! tüm planlarımın olacağı varsayımından yola çıkıyorum, ve yakın zamanda alabilirim diye düşünüyorum. evde benimle takılcak, arkadaş olcak falan... biraz araştırma yaptım ve irlanda setter' larına hasta oldum, çok güzeller, asiller ve manyaklık derecesinde hareketliler, belki tembelliğe alışmış bünyeyi de harekete geçirirler böylece. bay okhan çok yardımcı oldu sağolsun, flat coated retreiver tavsiye etti, golden retreiver da tabi klasik kusursuz ev köpeği olarak da seçeneklerim arasında. hayvan barınaklarına bakma fikri de geldi bay mahmuttan, ama insanın orada "ramazanda bedava iftar yemeği veren cami bahçesine gidip sevmediği yemeği de yemek zorunluluğuna kapılması" sendromuna kapılma olasılığı var, o da hoş değil. sonuçta en az 10 sene yanında kalıcak bir canlı alıyosun, onu benimsemek zorundasın, oyuncak değil ki bu

neyse ne diyorduk, irlanda setter' ı, lan ne güzel hayvanmış bu be! hastasıyım

yeniden jacaszek


bu post da - okur mu bunu bilemem- bay mahmuta. 4-5 ay önce, feneryolu istasyonundan marmara üniversitesi göztepe kampüsüne doğru yürüyoruz, ulver hakkında konuşuyoruz. bay mahmut dedi ki; "abi bir şarkısını açıyorum, daha önce defalarca dinlemişim, ama o anda yeni bir güzelliğini yakalıyorum, bir melodi, bir ses, beni hayretler içerisinde bırakıyor." sonra "abi ulverden acaipi yok, buna inandım" dedi ve ekledi "ulver gibi müzik yapan başka grup var mı? varsa dinleyeyim onu da"

yoktu tabi ki

hala yok belki, ama onun karanlığının ayarında bir grup var, jacaszek (daha önce adını buralarda çok zikrettik zaten). geçenlerde bay emirle yeniden açıp dinledik, üzerimize çöktü, zifiri karanlıklara attı, derinlere çekti, gıkımızı çıkartamadık. bu bakımdan kaşınanlara gönül rahatlığıyla tavsiyemdir.

zlatan ibrahimoviç



ajaxdayken izleyemedim, ama juventus yıllarını hatırlıyorum, yetenekli ama şanssızdı. interde kendini buldu ve ibrahimoviç oldu, hoş, hala potansiyelinin tamamına ulaşabilmiş değil bence. o zaman işte korkunç performanslar görebileceğiz

kpss


önce rahatlık, sonra tutuşma, sona yaklaşırken yeniden rahatlık. ulan kpss, ya sen beni alırsın, ya ben seni. görüşücez

hoşgeldin


bay ilkay, ilk yorumcu olarak katıldığı blogger aleminde kendi kişisel blogunu da açtı. kendisini çok severiz, futbol, oyun ve müzik muhabbetlerine doyum olmaz. hoşgeldin diyorum sevgili kardeşime.

http://meshgullah.blogspot.com/

"yeniler"


coldplay - viva la vida or death all his friends

bayık, üzerine kafa yorulmamış derecede basit müzikleriyle coldplay önemsemediğim bir gruptu son albümlerine kadar, fakat bu albüm... bir kere "ya batarız ya çıkarız" tarzı bir dönemeçten çok daha fazlası var bu albümde, chris martinin derinleştirdiği vokalleri var, bestlerdeki belirgin kalite seviyesi var, kapağından havasına kadar "ben oldum, işte burdayım" diyen bir albüm. benim için bu yazın süprizi bu albümdür, dinlemeyen şans versin bu albüme. çok çok iyi

metallica - death magnetic

albüm biraz eskiye dönelim zorlaması, biraz o albümden biraz şu albümden esintilerle ilerleyen ve en önemlisi kendini dinleten bir albüm. neden önemli, çünkü bir önceki albüm ilk olarak kendini dinletemiyordu. albümde ilginç deneyler de var, "all nightmare long" şarkısı bu bakımdan beni çok şaşırttı. şarkılar iyi dokunmuş, riffler eskilere yaslanıyor, besteler nispeten güçlü. bir başyapıtla karşı karşıya değiliz, ama çok iyi bir albüm bu. hakkını vermek lazım

ayrıca merak eden varsa kirk hala solo atmayı bilmiyor, lars derseniz aynı dümdüz çalış... unforgiven 3 serinin en kötüsü, ve metallica -yanlışım varsa düzeltin lütfen- ilk defa piyano kullanıyor.

yasemin mori - hayvanlar

türk rock müziği için bir devrimin belgesidir bu albüm. çıkalı 1 ayı geçti sanırım, dinlemediğim bir gün yoktur heralde. ustalıkla örülmüş bestelerin muhteşemliği, sözlerin kalıp kırıcılığı, vokallerin ve ensrtümanların modern ve yaratıcılıka icra edildiği nefis bir albüm işte. eksik yanları yok mu, var elbette; bence böyle bir albümde "nil karaibrahimgilvari bir genç kız" şarkısı olan "nolur nolur nolur" olmayabilirdi, ya da "konuşmak" daha klişeden kaçan sözlere sahip olabilirdi. ama bunlar albümü düşürmüyor, çünkü albümde öle doruklar var ki bazı yönlerden daha önce yaklaşılmamış alanlar bunlar, "aslında bir konu var", "arjantin", "aptal", "yeniler" gibi şarkıların bundan 10-20 sene sonra klasikleşeceğini ya da, "bırak bu rockn rollu", mutsuz punk" gibi şarkıların samimiyetinin bir çok müzisyeni estetik olarak nasıl etkileyeceğini öngörmek büyük ustalık istemiyor şu anda. değeri şu anda da büyük, ama ilerki yıllarda tam yerini bulacaktır.

ne diyor "yeniler"de yasemin mori? şunu diyor; "ben öldüm, bak yerimi bıraktım yarına, yenilerine" diyor. şebnem ferah, aslı, özlem tekin gibi yıllardır aynı şeyleri millete yediren türk rock müziğinin kadın kanadına selam olsun, belki de itiraf etmeleri gereken şeyi yasemin mori söylemiştir

don't get any big ideas, they're not gonna happen...




radiohead - nude

Don't get any big ideas
They're not gonna happen
You paint your smile
And fill the holes
There'll be something missing
Just when you found it
It's gone
Just when you feel it
You don't
It's gone forever

She stands stark naked
And she beckons you to bed
Don't go, you'll only want
To come back again

So don't get any big ideas
They're not gonna happen
You'll go to Hell
For what your
Dirty mind is thinking

And now that you found it
It's gone
Now that you feel it
You don't

It's gone forever

turgut uyar


bazı sanat eserleri aklımızda değişik şekiller oluştururlar, kendiliğinden oluşan o imajlarla hatırlarız, tanırız onları. işte şairin kişiliği, ressamın renk tonları, müzisyenin kullandığı notalar, hatta müzik albümünün kapağı, romanın uzunluğu bile bu imajların oluşmasında etkilidir.

şair turgut uyar' ın bendeki imajı ise toplu şiirlerini aldığım gün oluşmuştu, karanlık ve büyük bir sanat eseriydi elimde tuttuğum şey. ilk şiirleriyle hece şiirine yaklaşıyor, garip şiiri içerisinde kendine yer arıyordu turgut uyar, ama yine de özgün bir söyleyişi, dili vardı. ne yalan söyleyeyim, ilk şiirleri buna rağmen çok başarılı eserler değildir. 1948 yılında kaynak dergisinin açtığı yarışmada "arz-ı hal" şiiri ile 2.lik alması, ve bunun üzerine nurullah ataç' ın övgülerine maruz kalması bu fikrimi değiştirmiyor. zaten turgut uyar' ı turgut uyar yapan şiirler bunlar değildir.

turgut uyar' ın şiiri 50lerin ikinci yarısında değişmeye başlıyor, ve 2. yeniyi oluşturan şairlerin başında geliyor. akıma sonradan eklenmesine rağmen etrafındaki şairleri en çok etkileyen de o olmuştur. akımın yaratıcısı kabul edilen cemal süreya bile turgut uyardan çok etkilendiğini günlüklerinde anlatır, onu başka bir yere koyar.

1959 yılında çıkan "dünyanın en güzel arabistanı" türk şiirinin köşe başlarından biridir. 2. yeninin en çalkantılı ve yaratıcı döneminde ortaya çıkan bu eser belki de turgut uyar' ın da en güçlü eseri. dille oynamalar, karanlığı ve umutsuzluğu hisseden bireyin yaşantısı, büyük ve geniş bir şiir yapısı, uzun kaotik cümleler, inanılmaz bir beğeni düzeyinde dile yaslanış.

60larda her ikini yeni şairinin evrimi turgut uyarda da var, o da olgunlaşıyor, çıkışlarına özgü çılgınlık yerini olgunluğa bırakıyor. "tütünler ıslak" ve "her pazartesi" bu dönemin eserleridir., "toplandılar", "kayayı delen incir" gibi son dönem kitapları yaşanılan dönemin toplumsal yansımalarını anlatır. "divan" kitabı ise turgut uyar şiirinin divan şiiri biçiminde ortaya çıkmasıdır.

evet ilk başta ne demiştik, imajlar, aklımızdaki küçük parçacıklar... turgut uyar şiirini büyük büyük kurmuş bir şairdir, karanlığı yüksek beğenisiyle yorduğu şiirlerini hafızamın derinliklerinde aynı olduğu gibi hatırladığıma seviniyorum.

vay anasını neler dönmüş serhat ya


son dakika transferlerini açıklıyorum hemen, ortalık karıştı. transfer döneminin en çok konuşulan isimlerinden berbatov manchester united' da. ilginçtir, real madrid daha fazla para verdi diye duymuştum ben oysa ki. manchester için müthiş transfer tabii ki, tevez' e ronaldo düzeldikten sonra kulübe yolu görünecek, ya da united o meşhur sisteminden vazgeçecek.

peki buna ne demeli, robinho manchester city' de. zaten güçsüz, istikrarsız ve ağlağın kralıydın robinho, "realde kalmam" açıklamandan sonra citye gitmenle beraber bir de şu eklendi özelliklerine: gerizekalı

ramazan geldi


ramazan geldi! seneleri ramazandan ramazana sayarak hesaplamam aslında, ama geçen ramazandan bu yana bakıyorum, ne kadar da kısa bir süre gibi, oysa ki 1 sene! ürkütücü çabuklukta geçiyor zaman, her şey çok kısa...

ramazan uzundur ama. kabul ettirir kendini

ilhan berk 1918-2008


ilhan berk tedavi gördüğü bodrumda 90 yaşında vefat etmiş. daha önce şu postla kendisinden bahsetmiştim, bu seferki bahsedişim ise çok üzücü oldu. bugünün ismi de bu olacakmış demek ki. allah rahmet eylesin



büyük şairdi

miranda kerr

şampiyonlar ligi 08-09


foto cankuş blog dimassimotalento dan. galatasarayın ön elemede elenmesi baros sevincini bitirdi, fenerbahçe tek tabanca şampiyonlar liginde. her ne kadar bu sene büyük takımlar katılsa da uefa kupası ilgi çekmeyen, renksiz ve heyecansız geliyor, şampiyonlar liginin yanında. üzüntüm büyük

neyse, gruplara gelelim. fenerbahçenin grubu kolay gözüküyor, 2. olarak gruptan çıkacaktır yine bence. arsenal grubun favorisi tabii ki. diğer tahminlerim şöyle; a grubu: chelsea-roma, b grubu: inter-werder bremen, c grubu: barcelona-shaktar, d grubu: atletico-liverpool, e grubu: manchester united-villareal, f grubu: bayern-fiorentina, h grubu: real madrid-juventus

kupayı real madrid alır diyesim var, ama chelsea kenardan bastırıyor, inter ise morinyomuz yeter diyor. karasızım. gönül ister ki juventus alsın, ama imkansız gibi.

fener ise gruptan çıktığı gibi elenir diyorum, karşısına kim gelirse gelsin. josicolarla falan olmaz bu iş, ne yazık ki

blake, ulver ve ecevit


ingiliz şair william blake, "aptal, aptallığında iyice dirense bilge olurdu" der. bu söz, bizi oturup düşünmeye zorluyor, ve evet, sonunda ona hak vermek zounda kalıyoruz. bilinçli yapılmış aptallığın kabul görmesini bir modern zaman saçmalığı olarak gören ben, bu sözden sonra sanırım düşündüklerimi yemiş gibiyim. evet blake taa o zamandan çizmiş işte gerçeği. hayatta bilinç varsa her şeye tolerans var

blake müzisyenleri de etkilemiş, kategorilenemeyen bir müzik grubu olan ulver' in "themes of william blakes marriage of heaven and hell" isimli bir albümü vardır. albüm grubun ilk dönemiyle 2. dönemi arasında sıkışmış gibidir.

ingiliz edebiyatını ülkemizde en iyi bilenlerden biri de bülent ecevit' tir bu arada. kendisinin 1940lar ve 50lerde yazıp dergilerde yayınladığı şiirlerde, şiir üzerine yazılarında bu gerçek öne çıkar.

ecevit dedik, aklıma dedem geliyor hemen. eveciti o kadar severdi ki, her seçim öncesi bizi yanına oturtup eceviti överdi. karaoğlandı o onun için, sonradan fiyakasını bozsa da. evindeki tuzluklar bile ecevit benzeri bir figür şeklinde alınmıştır.

sanırım bir veya bir kaç nesil aynı kanıdadır, aynı duygular içerisindedir ecevit hakkında. siyasetinin son döneminde bitmez gibi görünen kredisini yitirmeye başlamıştı, ama o her zaman karaoğlandı

ben mi? ben siyasetle ilgilenmiyorum. kişiler düşüncelerin üzerinde benim için

a sunday smile



hayatımda en çok dinlediğim 2. şarkı falandır heralde. pencereyi açıyorum ve bir sigara daha yakıyorum. "a sunday smile" ha, bu mu lan smile zach efendi? insan insana bunu yapar mı? ayıptır

all i want is the best for our lives my dear,
and you know my wishes are sincere.
whats to say for the days i cannot bare.

a sunday smile you wore it for a while.
a sunday mile we paused and sang.
a sunday smile you wore it for a while.
a sunday mile we paused and sang.
a sunday smile and we felt true.

we burnt to the ground
left for you to admire
with buildings inside church of white.
we burnt to the ground left a grave to admire.
and as we reach for the sky, reach the church of white.

a sunday smile you wore it for a while.
a sunday mile we paused and sang.
a sunday smile you wore it for a while.
a sunday mile we paused and sang.
a sunday smile and we felt true.

hayat devam ederken


dün akşam bay emrdeydim, magdalena olarak bir şarkı bitirdik, iki eski dost olarak yemek yedik, piizimizi yaptık, eğlendik. dün gece bir de halü gördüm ki dostlar başına! yanlız başıma uyuyorum, gözümü açtığımda gayet gerçekçi bir bay emre kafası bana bakıyor. fırladım yataktan, onun yattığı kata indim. uyandırmaya da kıyamadım, ki gördüğüm şey gerçek değil sonuçta, ayıp yani. paşa paşa yatağa geri dönüş

bütün gün uyudum, akşam ise sevinçle başladı, hüzünle bitti yine. imkansızlığı bu kadar zorlamam hem saçma, hem çocukluk, hem de bağımlılık yaratan bir tad bırakıyor dilimde. akşam bay emre aradı, "jacaszek" dedi, "beni çok kötü yaptı, ne kadar karanlık birşey bu!". eve çıktım, jacaszek açtım. bugünün adı da bu olacakmış; "jacaszek - treny". sizlere öneresim gelmiyor bu albümü, serdar ortaç dinleyin, mfö falan dinleyin siz. bana uymayın sakın

dünya "takoz recep' in malmö' de kendi kalesine attığı golü" anma günü


bay okhanla bugünü dünya "takoz recep' in malmö maçında kendi kalesine attığı golü" anma günü ilan ettik. golü bir daha izleyelim ve kabul edelim; nice van bastenler, maradonalar, bergkamplar geçti bu alemden, şu golü hangisi attı?

son dönem dinlediklerim


- olafur arnalds - variations of static: olafur abiden bir post boyunca söz etmiştik, lafı uzatmaya gerek yok, kanımca en başarılı albümü "variations of static" , ve çok başarılı eserler barındırıyor. "fok" ve "haust" favorim

- andy yorke - simple: thom yorke' un ufak kardeşi andy yorke pop-rock etkili singer/songwriter albümüyle karşımızda. şüphesiz ki kardeşiyle karşılaştırılacak, biz de karşılaştıralım; thom york' dan daha kırılgan, daha basit, daha az deneysel sularda gezinen bir müzik yapıyor andy. iyi mi? iyi. eh, o kadar işte

- anathema - hindsight: eski şarkılarını yeniden akustik tabanlı kaydetmiş anathema, bir dinleyeyim dedim. açtım, dinledim, etkilendim, anılara gittim geldim. ama bu kadar işte bu da, fazlasına yaşım müsade etmiyor artık. güzel diyorum, hoş diyorum, başka albüm açıyorum.

- ticonderoga - ticonderoga: çok çok ilginç bir albüm, piyangodan çıktı nerdeyse. normal indie bir topluluğu normları bu kadar zorlarsa böyle güzel işler çıkıyor. atonallik, disarmonik alt tabanlar, güzel fikirler, güçlü besteler, ve kesinlikle el değmemiş yerlerin kurcalanması. ben bayıldım, mutlaka dinleyin

bir zamanlar fırtınalar estirirdim



bir zamanlar fırtınalar estirirdim - mazhar alanson


sözlerin altına imzamı atıyorum, ve şarkıyı kendime yolluyorum. yok yok, sadece kendime değil, bütün "bir zamanlar fıtınalar estirmiş" insanlara yolluyorum. saygılarımla


Bir zamanlar firtinalar estirirdim
Eskisi gibi degilim simdi degistim
Kumarim yoktur kavga etmem
Her gece barlara gitmem

Ne bileyim ben, ah ne bileyim ben

Bir kus kanatlanir su gönlümden
Çirpinir çirpinir da uçamaz
Gene bir davet çikarsa senden
Dönerim bilirsin asigim
Asiklar kaçamaz
Asiklar kaçamaz

Insan olmak yetmez yetmiyor zaten
Süpermen süpermen olmak lazim bazen

Nasil da yeniden asik oldum ben
Bu sevda bambaska avare eden
Ne bileyim ben

Bir kus kanatlanir su gönlümden
Çirpinir çirpinir da uçamaz
Gene bir davet çikarsa senden
Dönerim bilirsin asigim
Asiklar kaçamaz
Asiklar kaçamaz

Simdi benim adim ne olur ne olmaz
Bu isler artik bana inan ki koymaz
Kiminde az muhabbet kiminde naz
Sende ne var bende biraz

Ne bileyim ben, ah ne bileyim ben

Insan olmak yetmez yetmiyor zaten
Süpermen süpermen olmak lazim bazen

Nasil da yeniden asik oldum ben
Bu sevda bambaska avare eden
Ne bileyim ben

Bir zamanlar firtinalar estirirdim
Eskisi gibi degilim simdi degistim
Kumarim yoktur kavga etmem
Her gece barlara gitmem

olafur arnalds


nijeryalı explosive striker ismi gibi dursa da, aslında bir neo-klasik müzik kompozitörü olafur arnalds, ve çok ama çok ağır bir müzik yapıyor. sağolsun bay warg stumble yoluyla sanatçının myspace adresini göndermiş, hiç duymamıştım adını, fakat örnek şarkıları dinlememle albümlerini kovalamam bir oldu. çaresizlik, koyu bir ağırlık, karanlık, ıstırap, şu ara kaçmak istediğim ne kadar şey varsa olafurun müziğinde var, ağına düşmem çok kolay oldu böylece. hoş, kaçmak isteyip de kaçamamak böyle birşey olsa gerek

sanatçının hali hazırda iki albümü bulunuyor, 2008 tarihli "variations of static" şimdilik kendini loopa aldırmakta zorluk çekmedi, ağır ağır yürüyor, electronica dokunuşlu klasik minimak kompozisyonlar eşliğinde, ama bu türe ait olan "fon müziğiyim, bir süre sonra sıkarım, ciddiye alınmam" konseptinin bu albüm için geçerli olduğunu sanmıyorum. melodinin gücü var, ağırlığı var bu albümde

diğer albüm 2007 tarihli "eulogy for evolution" elime yeni geçti, ama on da dinlediğimde bir yorum yazmak isterim tabi. sanatçının myspace adresi aşağıda, sadece bu türü sevenler değil müziği sevenler dinlemeli

http://www.myspace.com/olafurarnalds

not: yukardaki fotoyu da benden çarpmadıysa ne olayım! o konsept benim ulan!

harry kewell

sadece 23 dakika oyundaydı, ama kralına değil alayına giderini yaptı. yakışır

kara kitap


... şehrin ışıklarına dönerken, felaket anlarında ölümü karşılamanın en mutlu yolunun bu olduğunu düşünerek uzak bir sevgiliye acıyla sesleneceğim: canım, güzelim, kederlim, felaketler zamanı gelip çattı, gel bana, nerede olursan ol, ister sigara dumanıyla dolu bir yazıhanede, ister çamaşır kokan bir evin soğanlı mutfağında, ister dağınık mavi bir yatak odasında, nerede olursan ol, vakit tamam, gel bana; yaklaşan korkunç felaketi unutmak için perdeleri çekili yarı karanlık bir odanın sessizliğinde bütün gücümüzle birbirimize sarılarak ölümü beklemenin zamanı geldi artık."

yukarıdaki satırlar türk edebiyatının en karanlık, en karmaşık, en ilginç kitaplarından birinden alıntı, orhan pamuğun "kara kitap"ından. herhangi bir yerinden alınmış herhangi bir paragrafıyla yukarıdaki alıntı benzeri bir ürperti, karanlık hissiyatı duyacağınız böylesine güçlü başka bir kitap daha var mı bilemem, ama kara kitabı okuduğum 1999 senesinden bu yana (yalnızca 15 yaşındaydım!) hayatımın en azından belli bazı bölümlerini onun sayesinde şekillendirdiğim gerçek. karanlık duygusunu, kaotik manzaraları, sarsıcılığı, hüsnü aşk-vari bir aşkı, "her kapısı, her bacası ayrı bir işaretler yumağı olan" olarak anlattığı istanbulu sanırım ilk ondan öğrendim

kısaca özet geçelim o halde; galip karlı bir kış günü karısını kaybeder, ve karısını bulmak için amcasının oğlu köşeyazarı celalin yazılarından yola çıkarak istanbulda karısını aramaya başlar. hüsnü aşk'dan mevlana ve şemis tebriziye, harflerin esrarını arayan hurufilerden istanbulun arka sokaklarındaki pavyonlarda birbirlerine hikaye anlatan insanlara, boğazın sularının çekildiği zamanlardan aladdinin dükkanına, herşey ama herşey karlarla kaplı karanlık ve kaotik bir istanbul manzarasında hayat bulur, galip gözleri yaşlı bir şekilde rüyayı aramaktadır. ve ayrıva insanın kendi olabilmesinin bir yolu var mıdır?

kara kitap hakkında yayınlandığından sonra çok şeyler yazılıp çizildi, ki tahsin saraçın ünlü eleştirisi de buna dahil. merak edip okumak isteyenler varsa şöyle buyursun.

kitabın ilk aldığım baskısının müthiş bir kapağı vardı, ne yazık ki onu kaybettim. işin ilginci googleda bile bulamadım, bulunca buraya koyayım. foto ise şimdiki kapak baskısı olmakta

hala hayatımda okuduğum en güzel kitap diyorum kara kitap için. her sene kış aylarında yeniden okuyorum onu, bir şölen gibi, ritüel gibi. belki değerini oldukça duygusal bir noktadan alıyor benim için, ama çocuklukta hayatımıza giren herşey bizim için birazcık öyle değil midir?

"marketçi dostunu arayıp dakikalarca ağladı!"

fotospor artık "ilk yarım saati geçmiş dünyayı kurtaran adam filmi" hissiyatı veriyordu bana, o kadar alışmıştım ki saçmalıklara gülemiyordum falan. ama bay massimonun dikkatini çeken ve bana gönderdiği 13.08.2008 tarihli fotospor beni benden adı yine. "aurelio kadıköydeki marketçi dostunu arayıp dakikalarca ağladı" ne demek? nasıl yani? yuh bee

yardım!


t-shirt alasım var, hatta t-shirtler, bir kaç araştırma, karıştırma ile bu siteye denk geldim: http://www.designbyhumans.com/. sanırım siteye üye olan tasarımcıların tasarladıkları t-shirtler bunlar, çoğu da ilginç ve yataıcı şeyler. neredeyse bir 10-15 tane "bayıldım" diyebileceğim t-shirt seçtim ki buna bütçem müsade etmiyor. sizden de bir ricam var, siteye bakıp beğendiğiniz modelleri yorumlarsanız çok memnun kalırım. malumunuz, çok kararsız bir adamım ben, ve zevkli okuyucularım olduğunu hayal ederek yaşıyorum. şimdiden teşekkürler

mesela fotodakini şimdiden gözüme kestirmiş durumdayım

öf

BU NE BE

son dönem dinlediklerim


1 - elizabethtown soundtrack 1-2

2 - yasemin mori - hayvanlar

3 - tindersticks - hungry saw

4 - radiohead - amnesiac

5 - hrsta - ghosts will come and kiss our eyes

aşk

ne garip şey şu aşk. meşru olamayan, hep ayrık kalmak isteyen, mutluluğun somut hali gibi görünürken aynı zamanda tersine de dönüşen. aşk sanki birşeye ulaşma anı, onu kovalama veya ona ulaştıktan sonraki huzur değil. zaten aşk huzuru da kovuyor, mutluluğu da. aragon "mutlu aşk yoktur" derken bundan bahsetmiyor muydu, ya da cemal süreya "mutluluğun aşkı olmaz, olsa da adını başka türlü koyalım, mutluluk diyelim, karı-kocalık diyelim, dostluk diyelim" derken? hem rekabetten doğan, hem huzur arayan ama doğası gereği ona hiçbir zaman ulaşamayacak olan

kaçmak isteyip de bile isteye içerisine daldığımız şey. hem onsuz yapamayıp hem onunlayken biten şey. ona sahip olmak onu elden kaçırmakla eş değer, öyle soyut, öyle elde tutulmaz. her insanın sonsuz susuzluğu, bitmek bilmeyen isteği ve bir anlamda imkansızı

nasıl da elinde tutuveriyor bizi. onu reddetmek de bir seçim, ama yine mutsuzluk var sonunda

"aşk; en büyük sayrılık, ve en büyük sağlık" demiş cemal süreya, katılmamak elde mi! 2008 ağustosunda, sıcak bir yaz gecesindeyim, tindersticks - hungry saw albümünü dinliyorum, bunları düşünüyorum ve bunları yazıyorum. aşk, musuzluk, huzur, acı; yaşıyoruz işte, buna şükür

çorap


"bunu yazmam gerek" dediğim şey: diz altı kısa çorap çirkin kadını bile güzelleştirebilir!


siyah olanı da fena durmamış tabi ki

excel tablosu

elizabethtown soundtrack


elizabethtown filmini ilk geçen sene izledim. klasik bir romantik komedi filmi değildi, klişelere, o türe ait olaylar trafiğine sahip olmasına rağmen sıcaktı, sevimliydi, işte ne bileyim pek bir başarılı duruyordu.

filmin pek çok başarılı tarafı var, ama filmi izlemiş olanların da kesinlikle katılacakları gibi filmin belki de en başarılı tarafı inanılmaz müzikleri! 2 cd çıkan soundtrack albümü, özellikle filmin sonunda orlando bloom' un evine dönüşünde dinlediği müziklerden oluşuyor, ki yapılan seçme inanılmaz güzel olmuş. ryan adamslar, tom pettyler, patty griffinler, ve müziği bilirim diye geçinen benim gibi bir insanı beni dumura uğratacak, daha önceden dinlemediğim bir sürü müzisyen. özellikle elton john' un "fathers gun" diye bir şarkısı var ki, ne albümlere bedel!


bu iki albümü şiddetle öneriyorum, ve tabi ki mümkünse albümleri dinlemeden önce oturup bir "elizabethtown" ı seyredin diyorum.

geri dönüş


"ben şimdi diyorum ki
buna inanmak gerek
bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu
ve direnmek
hep direnmek adına..."

turgut uyar

size bakmanın tarihi

hilmi yavuz okuyorum. gece, karanlık, acı, şiir


size bakmanın tarihi

size bakmanın tarihi! siz
bir gonca kadar kendiliğinden
yazılmış olmalısınız
derin, korkunç ve ergen
kalbim, sevdalara sığmayan kalbim
bir dağı içeriyor geçerken
siz o dağa sanki kış
ve sanki bıldır yağan karsınız
umarsız sözcüklere bulanmış

size bakmanın tarihi! siz
bir keteni köpürten yaz
ve inanılmaz
yalnızlıklarsınız: sadece
sizin olan o vahim, o beyaz
ve kuytu gurbet sesleriyle
işlenmiş yazdıklarınız
ve yanık, kavrulmuş dizelersiniz
kimbilir hangi sevdalara dolanmış

size bakmanın tarihi! bir
kalbime güvensem sizi hep
okurdum ben... ama nedense
hep aynı hüzün ve
hep aynı tutkuyla
bakmayı bilmediğimden, ne yapsam
bir ilenç, bir kargış
gibi ardım sıra geliyor şairliğim
o solgun yolculuğa adanmış

how to disappear completely?


nasıl? nasıl? nasıl?