aileye yeni üye


blog dünyasında yeni bir kepenk daha açıldı. sağ kolonda farkettiyseniz yeni bi link parlamakta. sevgili dostum massimo ve yakın dostu talento'nun açmış olduğu blog spor ağırlıklı olacak, ama hayatı anlatmaktan da geri kalmayacak. kendilerine hayırlı olsun dileklerimizi iletiyor, bloglarının devamını diliyoruz.

küçük oda - hüsn ü aşk


küçük oda'dan kısaca bahsetmiştim geçmiş postlarda. 2004 yılında 4 arkadaş tek bir proje yapmak için kurduğumuz bir gruptu küçük oda, şeyh galip'in ünlü mesnevisi "hüsn ü aşk" ı müziğe dökmeye çalışmıştık. kötü kaydedilmiş şarkılarla, perdesiz enstrümanları kullanma aşkıyla ve genellikle altyapısız olarak yapılmış olan bu kayıt, yine de dinleyenine samimiyeti ve karanlığını sunabiliyordu. 4 sene sonra tek eksikle yeniden toplandık, şarkıları gözden geçirdik, besteleri temel alarak şarkıları yeniden yazmaya koyulduk. albümün tam olarak tamamlanması buraya da koyulmasıyla eş zamanlı olacak, ama şimdilik kaydedilen şarkılardan birini buraya koymak istiyorum, en azından yazının havada kalmaması için. ilk versiyon hüsn ü aşk'ı da ilerde buraya eklerim

link burada

geri dönüş

kesinti


1-2 günlüğüne blogla ilgilenemiyeceğim, kayda gidiyorum çünkü. ortaya çıkan ne varsa burda geldiğimizde yayınlarız. saygılarımı sunarak...

teşekkür ve kutlama


2001 senesinde bir izmire gidişim var ki! 17 yaşındayım, cebimde bir metallica, bir sabbath var. kara kitabı okumuşum, dünyam alt üst olmuş, ergenliğimin üzerine gece gibi çökmüş hain şey. mutsuzum, umutsuzum, sevgilimden ayrılmışım, evsizim. izmir bana kucak açtı, adam etti beni, özgüvenimi geri kazandırdı. burada konuya girelim, izmire ne kadar minnettarsam, bay okhana da o kadar minnettarımdır. beni, ilk defa şehir dışına yapayanlız çıkmış bir çocuğu orada dostsuz bırakmadı. bugün onun doğum günü. en derinden saygılarımı sunarım onu doğuran o güzel insanlara, bilsinler ki onu çok seviyorum. iyi ki doğdun sevgili dostum

hediyesi de yukarda, inşallah 2012de öyle bir konser olur da gideriz. marty çıkınca sahneye ben izlemem ama şididen söyliyeyim

derbi


kimse fenerbahçe'nin bu kadar kötü oynayacağını beklemiyordu eminim. galatasaray inanılmaz çok koştu, her topa bastı, tabiri caiz ise fenerbahçeyi oynatmadı. hoş, fenerbahçenin de oynamaya niyeti yoktu pek. uğur boral'ın sol bek çıkması kötü bir tercihti, muhtemelen kanatlardan saldırmayı düşünen zico vedersonu düşünmedi orası için. ama fenerbahçe bırakın kanatları, kaleye adam akıllı şut bile çekemedi. kejman iyi günündeydi, ama gerekli yardımı alamadı. alex ve deividin de sıfır verimle oynaması da maçın kime gidiceğini belli etti zaten. iki oyuncu değişimi ilginçti, lugano ve nonda. bana biraz zamansız ve gereksiz geldiler. tabi sakatlıktır, yorulmadır, öyle bir neden varsa bilemiycem.

şimdi avantaj galatasarayda. ilginç bir lig izliyoruz. takipteyiz

adriana lima

galatasaray - fenerbahçe


muhtemel onbirler spor3.com sitesinden. eğer iki takım bu şekilde sahaya çıkarsa vay galatasarayın haline demekten kendimi alamıyorum.

Galatasaray

Aykut, Sabri, Servet, Emre, Hakan Balta, Barış, Mehmet Topal, Arda, Lincoln, Nonda, Hakan Şükür.

Fenerbahçe
Volkan Demirel, Gökhan, Edu, Lugano, Vederson, Deivid, Aurelio, Maldonado, Uğur, Alex, Kezman.

uefa kupa finali öncesi soyunma odası


büyük hoca fatih terimin uefa kupa finali öncesinde soyunma odası konuşmasını izlemeyen varsa lütfen izlesin. bu adam neden italyalara gitti, italyanlar için nasıl imparator oldu anlayacaksınız. kral adamdır, ellerinden öperim

link burada

hayat - 4


- blogda ufak çaplı bir kesinti yaşadık, virüslerle haşerelerle mücadele ettim bir süre. özürlerimi sunarım

- yan kolona linkler koydum, zaman geçtikçe çoğalırlar sanıyorum

- sevgili dostum bay warg da bir blogger oldu, sağ kolonda yeni açmış olduğu blogun linkini bulabilirsiniz.

- opethin yeni albümü "watershed" nete düştü. her opeth albümünde olduğu gibi yine ilk baştan "bu ne abi, olmamış, bi acaip" dedik, ardından dibimiz düştü. albüm müthiş bir albüm olmuş. opeth artık öyle bir grup oldu ki, türleri arasında genel çıtayı yükseltmesi bir yana, sürekli alanları zorlama eğiliminde. el değmemiş alanlara girmek istiyor, yeterli bir olgunluğa eriştiklerinden belli bazı kaygıları da yok artık. "watershed"de opeth still life'tan bu yana belki de ilk defa prog rock klişelerine (kötü anlamda söylemiyorum bunu) böylesine yaslanıyor, ortaya çıkan bileşim müthiş. eleman değişimini avantaj olarak hanelerine yazmış olmaları da çok iyi. ghost reveries çıktığında yorumumuz şuydu: 2-3 albüm sonra inanılmaz bir albüm gelebilir. opethin öylesine büyüdüğünü düşünüyorduk. artık daha da yakınız o mükemmel albüme diyorum. bravo diyorum. "hessian peel" diyorum. öldürür diyorum.

- megaupload denen olaydan nefret ediyorum. bazen kullanmak zorunda kalışımdan ve ardından çıkan sorunlardan da nefret ediyorum.

- "çünkü kendim olamazsam onların olmamı istedikleri biri oluyorum ama onların olmamı istedikleri insana hiç katlanamıyorum ve onların olmamı istedikleri o dayanılmaz kişi olacağıma hiçbir şey olmayayım ya da hiç olmayayım daha iyi diye düşünüyorum." kara kitap / orhan pamuk

- stumbleupon yüzyılın icadıdır. oldukça iddalıyım.

taziye


bir önceki posta nazire yaparmışcasına bir haber, frank lampard'ın annesi vefat etmiş. keşke mümkün olsa da anneler hiç ölmese. allah frank babaya sabır versin

dün gece yapılan bir muhabbet üzerine...


biraz kitap karıştırdım ve buldum. kafamdaki imgeyi oluşturan tanımı yani.

"nasıl bir şey ölüm? hiçbir şey yok ve kocaman bir su akıyor." Cemal Süreya

gözden kaçan albümler serisi 3 : radiohead - hail to thief


radiohead'in geniş kitlelerce takip edildiğini biliyoruz. 90larda yaptığı devrimle brit patlamasını sağlayan, buna rağmen bu türden ilk ayrılan gruplardan biri olan radiohead her zaman büyük kalmayı başardı. bu, müziklerini ses katmanlarıyla üst üste bindirdikleri yarı prog yarı brit "ok computer" çıktığında da böyleydi, gitarları bir yana bırakıp ambient/elektronik müziğe dalıp şaşırtı bir biçimde başarılı oldukları "kid a"de de... buna rağmen radiohead diskografisinde kimseye yaranamadığı bir albüm var: "hail to thief"

albümün öncelikle dinlendikçe güzelleşen albümlerden olduğunu belirtelim. 2+2=5 gibi, there there gibi şarkılar ilk anda öne çıkıyor, diğer şarkılar da daha sonra kendilerine yer buluyorlar. . albümde boş şarkı yok, genelde mid tempo havası, amnesiac sonrası gitarlara geri dönüş, klavyelerin daha az ambient modda olmaları, daha basit ve direkt şarkılar... sanırım albümün zayıf yanı bütün değilmiş gibi gözükmesi. ama bunu büyük handikap olarak görmüyorum ben

radiohead dinleyenlerini değişmeye veya pes etmeye zorladı bir dönem, "hail to thief" anlam olarak en sivri albümleri olsa da müzikal olarak oldukça sakin ve huzurluydu. zaten "in rainbows" un çıkması sonrası bu albümün değerinin de artık anlaşılacağını düşünüyorum ben.
kimseye yaranamayan bu albümün huzurlu ve sakin havası sizi de yanıltmasın, karşınızda dört başı mahur bir başyapıt duruyor.

Delphine Dijon

mutlu yıllar


bugün bay massimo'in doğum günü. blog'u takip ettiğini biliyorum, şimdilik bununla idare etsin, daha sonra hediyesini alırız. happy birthday bro

o ne


oha linki burda

...ve halford ihsahn'ın elinden öper

hayat -3


- cska moskova boboya 15 m euro teklif ediyomuş. jo'yu da man city'e 35 m euro'ya satıyomuş. NOOLUYO LAN? kim götünden uyduruyo arkadaş bu rakamları? jo 35m eder mi, boboya kim 15m verir? peeh. bunlar olursa bu da olur: ibrahim üzülmez de çelsiye gider, sol kanattan orta keser drogbaya

- yaris fest'te bir çıkıp bir iniyoruz, birinciliğe çıktığımız bile oldu. oy veren herkese burdan teşekkür ederiz. yorumlar da yazılmış, çok hoş. mert diye bi herif "anaokulunda mıyız, noel şarkısı mı bu" falan yazmış. öncü her eser çağında yeterince anlaşılamamıştır diyorum kendisine,boşa yorma kafanı mertcim. fazla ileri gidersen yaş odunu yersin o kafaya yalnız haberin olsun. akıllı ol lan

- karar verdik, küçük oda - hüsn-ü aşk yeniden kaydedilecek. 4 sene öncesinden daha iyi olduğumuz bariz, ama bir eksiğimiz var(süleyman), ve perdesiz enstrümanımız yok. ama yine de daha iyi yapabiliriz gibime geliyor.

- ibn arabi'ye yeniden başlayacağım. "harflerin ilmi" o kadar karışık ve korkutucuydu ki, 2 sene önce aldığım halde bir türlü dünyasına girememiştim. dinlerin de üstünde bir mistiklik var hurufilikte, ayrıca yüzeysellikle anlaşılabilir bir konu da değil. sırf bu yüzden hurufiler yıllarca anadoluda "kafir" olarak tanımlandılar.. şu satırlar 2. bab 1. fasıldan: ..."ey dost, bil ki harfler de topluluklar içerisinden bir topluluktur. onlar da muhattaptırlar ve mükelleftirler. harfler arasında da kendi cinslerinden peygamberler vardır. onların da isimleri vardır, ancak bunları bizim yolumuzdan giden keşif ehli olanlar tanırlar. harfler alemi lisan bakımından en düzgün, beyan bakımından da en açık alemdir..." çok trip!

- 23 nisan bile geldi geçti

- anılar... o çok güneşli günler aklıma geliyor hep, sanki hayatım yazdan ibaretmiş gibi. anılarımda çok az kış anısı var. zaman nasıl da akıp gitmiş? neler yaşanmış? misal, tam 6 sene olmuş o garip ve güzel kızı görmeyeli. bir gün de bin sene olacak.

monica bellucci


sen.. nasıl..yani..

jeff buckley - hallelujah

"... your faith was strong but you needed proof
you saw her bathing on the roof
her beauty and the moonlight overthrew you.

she tied you to a kitchen chair
she broke your throne
she cut your hair
and from your lips she drew the hallelujah

hallelujah... "

jeff buckley - hallelujah

gözden kaçan albümler serisi 2 : kargo - yalnızlık mevsimi


ilk postlarımızdan birinde de bahsetmiştik, kargonun "yalnızlık mevsimi" isimli albümü zamanına göre oldukça yaratıcı, yenilikçi ve sıradışı bir albümdür. basist mşş'nin müthiş derinlikli ve şiirsel sözleri, karanlık havası, kapağından başlayarak yayılan ve şarkılarda iyice ortaya çıkan yalnızlık hissi albümü kavramakta. türk rock müziğinin sanırım ilk konsept albümü "yalnızlık mevsimi" 'dir. koray candemirin vokalleri yeterince güçlüdür ve gitarlar ve klavye yerinde ve ustalıkla çalınmıştır.

albümün genel havasının karanlık ve basık olduğunu söylemiştik. bazı şarkıların albümde daha ön planda olduğunu da belirtelim. boğaziçi gibi, kalamış parkı gibi, kaderin dizaynı gibi. benim albümdeki favorim ise "geçmek süresi".

barcelona 0-0 man utd

çok sıkıcı maçtı. manchester, fener deplasmanına çıkmış çaykur rizespor gibi oynadı, 6-3-1 gibi bir sistemle. rooney liberoda ve sağ bekte çok iyi işler yaptı, tevezin nerede oynadığı belli bile değildi. c. ronaldoyu da ileride bıramışlar tek başına, olacak iş değil. adam naapsın? barcelona ise çok top dolaştırmanın veya maldonado stili topu bir sağa bir sola vermenin büyük iş sayılacağı bir gezegende eminim övgü alacaktır bu maç için, ama bu gezegende iyi futbol bu demek değil. henry girene kadar oyunda heyecan yoktu. yani 80 küsür dakika kadar.

c.ronaldo penaltı kaçırıken biz eskihisarda maçı gösteren bir mekan aramaktaydık, o yüzden penaltı için birşey diyemiycem. ama c. ronaldonun penaltı kaçırması ilginç. penaltı gol olsaydı maç bu kadar sıkıcı olmayacaktı, bu da var.

son olarak, heralde manchester 2. maça bu sistemle çıkmayacaktır, barca da böyle rahat top yapamayacaktır. daha açık oynayan iki takımdan goller bekliyorum 2. maçta. ama bu maç olmadı, hiç hoşnut kalmadık.

alexis bledel

eskiden



chicago bulls'un chicago bulls olduğu zamanlardı, sabahın dördünde kalkar, jordan'ın postacı karl malone'a karşı bir şampiyonluk daha kazanmasını izlerdik. manchester'de andy cole vardı, chelsea'de zola, kolombiyalı asprillayı çok severdik bir de. deliler gibi unforgiven dinlerdik, fade in black dinlerdik. ne galatasaray uefa kupasını almıştı, ne de fenerbahçe alıp başını gitmişti. çirkin kızlara aşık olur, aşk acısı çekerdik. aşk denilen şeyin cinsellikle bozulacağını düşünür, ergenliğe yeni yeni girdiğimiz o dönemde bunun ikilemini yaşardık. okula gitmek angaryaydı; sabahları kalkmak, otobüslere binmek, ders çalışmak, ceket-kumaş pantolon giymek zorunda olmak... sık sık okuldan kaçar banliyo ile kadıköye giderdik, ve her seferki fix tarifeyi uygulardık: akmar önünden çekme kaset alınır, kristal büfede döner-ekmek yenir, zaman varsa vapura binilir karşıya eminönüne geçilir. tahtakalede çeşit çeşit elektronik eşya satılırdı, akmar ise daha kitapçılarla dolmamıştı. o tarihlerde bir akustik gitar aldırmıştım babama: prince marka siyah bir akustik gitar. heen grubumuzu kurmuştuk, hayallerimizi de; metallica şarkıları çalarak ünlü olacaktık. grubumuzun ismi balgamica'ydı, o kadar çocuksu, o kadar samimi. sırtımızda gitar gebzede gezerken büyük tehlike altında olurduk, daha o zamanlar gebze evrimini geçirmemiş, çakma alternolarla dolmamıştı. rock dinleyen herkes kardeşimizdi. dünya üzerimize gelirdi, dünya bizim etrafımızda dönerdi, dünya bizi hiç sevmezdi.

şimdi bakılınca o günlerin ne kadar güzel, ne kadar farklı olduğunu düşünüyorum. etrafınızdaki değişik yaşlarda herkesden duymuşsunuzdur, insan hep şunu düşünme eğilimindedir: "benim çocukluğumda dünya ne güzelmiş". dünya değil aslında güzel olan, çocukluk. insan çok sonra farkediyor

fatih altaylıdan ilginç açıklamalar


"... Yıllardır bu örgütlenmeyi sürdürüyorlar. Kimsenin bireysel inancına karşı değiliz. İsteyen istediğine inanabilir, isteyen inanmayabilir. Buna hiç karışamayız. Bir futbolcu sahaya çıkarken dua da edebilir, soyunma odasında dua da edebilir. Odasında namaz da kılabilir. Benim Galatasaray'da yıllardan beri söylediğim Galatasaray'da tarikat örgütlenmesine karşıyım. Küçük çocukların alınıp mahalle baskısıyla tarikatçı haline getirilmesine karşıyım. Kulüp içerisinde, takım içerisinde bir baskı oluşturulmasına karşıyım. Bunun olduğunu görüyoruz biz. Galatasaray'a gelen zaten büyük bölümü alt düzey gelir sahibi, varoş çocuklarının burda baskıyla tarikatların cemaatlerin kucağına itilmesine karşıyım. İşte gördük bunların sonuçlarını. Emre Belözoğlu, Arif Erdem, Hakan Ünsal, Sabri ve daha alttan gelen niceleri. Şimdi bu bir camia, bir takım içerisinde bir kulüp içerisinde kabul edilebilir birşey mi?... "

fatih altaylı hiçbir kesim ratafından sevilmeyen bir adamdır. ben severim sevmem diyemem, en azından arada yazılarını okurum, önyargıyla bakmam, diyeyim. yaptığı açıklamalar çok ilginç, ama bence belli bir gerçeği de yansıtıyor. daha önce de yazmıştım, futbol'un içine futboldan başka giren herşey beni tiksindiriyor.

link burda

gözden kaçan albümler serisi 1 : camel - rajaz

gözden kaçan albümler serisinde, gerektiği değer verilmediğini gördüğüm, genellikle başka albümlerin gölgesinde kalmış,ya da gözden kaçmış klas albümleri anlatmaya çalışacağım bir seri. sıralama kriteri "aklıma geldikçe, kafama göre".

yeri gelmiş bir "mirage" patlatmış, "moodmadness", "raindances" gibi klasiklere imza atmış bir grubun müzikal olarak oryantalist,üstelik 90larda çıkmış bir albümüne insanların burun kıvırmaları doğal. albüm klasik prog öğelerini barındırmaz, yapısal olarak synthlerin arkaplanına ağır tempoda andrew latimer'ın vokalleri ve gitarları üzerine çeşitlenir. latimer bu albümdeki gitar soloları üzerine tek bir şey diyebileceğiz: müthiş! besteler çok etkileyici, albüm bütünlüğünü bozan hiçbir şey yok. albümün çok karamsar ve damardan olmasına rağmen karanlık olmadığını da belirtelim.

oldukça "underrated" bir albümdür rajaz, ve çoğunlukla gölgede kalmıştır. ona gerekli değeri göstermek gerek

eva green


öldürmez, süründürür

osjb ye oy veriniz


şöyle bir yarışma var, amatör gruplar katılıyorlar. biz de osjb olarak "penbe" isimli şarkımızla katıldık. giriniz oy veriniz, zaten diğer gruplara baktığınızda en avantgard ve en prog grubun osjb olduğunu farkedeceksiniz. gönlünüzden ne koparsa demiyeceğim, 10 kopsun arkadaş gönlünüzden. ayrıca toyota yaris'i alalım, oy veren herkesi arkaya doldurup boğaz gezisi yapıcaz, söz! pierre lotide çaylar şirketten

link burada

liverpool 1-1 çelsıieaeaa


rizeli fırıncı çırağı kuytun golüyle maç bitecek derken riise kendi kalesine attı maç 1-1 bitti. çelsi tandem ve lampard dışında kötüydü, özellikle lampard müthiş oynadı. liverpool ise gününde olmayan bir torres ve zaten futboldan anlamayan bir kuyt a rağmen çelsiyi kısmen ezdi. futbolun adaleti olsa ne basiretsiz kuyt gol atabilir, ne de riise son dakikada böylesine şanssız olur. ama yok işte

futboldan anlamıyor dediğimiz kuyt maçta neyseki yanlız değildi, çılgın spiker gökhan telkenar da yuh dedirtti. gerarrd a defalarca lampard dedi, cole'leri karıştırdı (hayır biri siyahi biri beyaz, nasıl karıştırıyosun yani), abuk ve heyecandan yoksun anlatamıyla oldukça başarısızdı. şampiyonlar ligini almak marifet değil işte, onu sunabilecek spikeri de alacaksın. çelsıieiaeaaaa diyerek telafuz artizliği yapmayla olmuyor

holler, wild rose!


"holler, wild rose!" grubunu çoğu kişi duymamıştır eminim, yakın zamanda müthiş bir albüm çıkardılar: our little hymnal. edinmenizi şiddetle tavsiye ederim. aşağıya albümden bir şarkı ekledim



hakan şükür


"Ligde pazar günü Fenerbahçe ile karşılaşacak Galatasaray'ın Kaptanı Hakan Şükür, derbinin Kutlu Doğum Haftası'na denk geldiğini ifade ederek "Ona layık olmalıyız. Peygamberimiz'e layık olmalıyız. Çocuklarımızı, gençlerimizi de Peygamberimiz'in hoşgörüsü etrafında hayata hazırlamalı, yaşantılarımızı ona göre şekillendirmeliyiz. Allah kime nasip ederse o kazansın" ifadelerini kullandı."

konu futbol ve derbiyken, konuyu başka bir yere çekmenin mantığı olmadığı kanaatindeyim. spor3.com un haberinde hakan şükür'e derbi hakkında yorumları sorulmuş, o da kutlu doğum haftasına girmiş. girmeyin kardeşim! futbol bu. ne hakan şükür din konuşsun, ne lucarelli sosyalizm. özel röportaj olur yardırırsın, o ayrı

cemal süreya'nın günlüğünden


".. çok masturbasyon yaptım, özellikle de 15-25 yaş arası, hayatımın en önde gelen işi oydu. iğrenirdim kendimden. her başarısızlığımı ona bağlardım. her seferinde bir daha yapmamaya yemin ederdim, yine de günde beş-on kez yapmaktan kendimi alamazdım.."

bu satırlar çok ilginç, Cemal Süreyanın hayattayken yayımladığı günlüklerinden oluşan "günler" kitabından bir alıntı. türk edebiyatına -önceki silik örnekleri saymazsak- cinselliği getirmiş bir adamın bundan bahsetmesi doğal gelebilir insana, ama yine de bir erkeğin kolay konuşabileceği konular değil bunlar. yazının devamı ise şöyle:

"... ortaokulda elden ele gezen bir kitapçık vardı. Lokman hekim (!) imzalı otuziki sayfalık bir şey: Otuzbir çekmenin zararları. kitabı okuduktan sonra o iğrenme duygusuna bir de korku eklendi. verem olmak vardı işin sonunda, erken yaşta cinsel güçsüzlük, beyin sulanıyor. Lokman hekim kitabından sonra işi daha sıklaştırmıştım. sapık olarak görüyordum kendimi. kısacası, büyük bunalım.

Bir gün, bir gazetede veya dergide küçük bir yazı gördüm. masturbasyonun zararsız olduğunu anlatıyordu. bir anda herşey değişiverdi. bir aydınlanma oldu. bir sevinç geldi şurama kondu. kestim o yazıyı, aylarca cebimde gezdirdim. günde beş vakit çıkarıp yeniden okuyordum. arkadaşlarıma da gösterdim. sıklıkta bir değişiklik olmadı. daha doğrusu hemen olmadı. ama bunalımdan o saat kurtulmuştum."

yalnızsanız...

bu ne be


http://www.fenerbahce.org/icerik/haber/11517/

koskoca bir kulübün vereceği cevap böylesine kişisel, böylesine seviyesiz olmak zorunda mı? adam ne yazarsa yazsın, çıkıp ispatla yoksa şerefsizsin diyemezsin. kişilerin de üstünde olması gereken bir kulübün böyle davranması saçma ötesi. hem fenerbahçe kulübünü tek kişiye indirgeyerek böyle saçma sapan bir yazı yazan adam kimdir yahu?

zagor - yedi cibola kenti üçlemesi

çizgiromanlardan bahsetmişken bundan söz etmemek olmaz tabii ki: zagor - yedi cibola kenti üçlemesi. 1996 yılıydı, ortaokula giderken dergi raflarının birinde ilk sayısına rastlamıştım (işgalciler). o kadar beğenmiştim ki, zagor bir anda favori kahramanım olmuştu bile.


ilk kitap bir kaç kötü adamın türlü katekulli ile yedi cibola kentlerinin ilkine ulaşması ile son buluyordu. kahramanımız zagor ise peşlerindeydi. ikinci kitabı alabilmek için 1 hafta beklemiştim.


ikinci kitapla beraber yedi cibola kentlerini keşfediyor, onları kuran anasazilerin tuzaklarından kurtulmaya çalışan elemanları zevkle okuyoruz.yine bir hafta aradan sonra...


... son kitaba geliyoruz. olayları çetrefilleşiyor, altın kente ulaşılıyor. süprizler de eksik olmuyor tabii ki. fazla spoiler da cilde zararlı, heyecan kaçırmamak lazım

şimdi düşünüyorum da, zagorun "ahyaaak" diye bağırarak sağa sola gider yapması o zaman beni ne kadar etkilemişti. conan bile yalandı o an benim için. conanı da anlatırız yeri gelince. ama bu kitabı ıskalamamak lazım. bulduğunuz yerde alın

sandman


sandman kitaplarını kitaplıktan çıkardım yeniden bakıyorum. 3. kitabın sonunda calliope öyküsünün senaryosu var, okurken tribine girdim resmen. çok parlak bir yaratıcılık, saygı duymamak elde değil

ilk kitabı bulamadım, onun derdindeyim şimdi. aklımda kaldığı kadarıyla çok çok iyiydi

hayat - 2


- dişimi çektirdim. geçen hafta sağ alttan 2 tane çektirip iptal olmuştum, şimdi de sol alttan 2 tane. bukalemun kuyruğu değil ki bu uzasın! çektiğim acı, ağrı, zart zurt da cabası. ha bi de 20'lik var en arkada, cerrah müdahalesi falan diyorlar, ben de durun lan napıyosunuz diyorum. dediğimle kalıyorum, orası ayrı.

- o çok güzel kızı ikinci görüşüm. saçını değiştirmiş, ama hala çok güzel. üstelik beni çok beğenmiş-miş. yeniden olmayacağını belirttim ama içim de gitti.

- eric cantona ne kadar karizma bir adamdır! üstelik bu öyle bir karizma ki futbolculuğunu 5ken 10 yapan bir karizma. flyingdutchman bahsetmiş ordan gaza geldim. çocukluğumuzun kahramanıydı cantona, mahalle maçlarında cantona olmak isteyen çoktu.

- lise hazırlıkta aşık olduğum bir kız vardı, o sırada yeni keşfettiğim attila ilhan'ın sisler bulvarı kitabından bahsetmiştim ona, o da okumak istemişti. kitabı ona götürmeden önceki akşam oturdum bana en dokunaklı gelen şiirlerin altını çizdim kitapta öyle verdim. istiyordum ki hissiyatımı anlasın, hayatımın aşkı olduğunu farketsin, ertesi gün "ben senin pia'nım" diyerek kollarıma atılsın. kitabı verdim, bir kaç gün sonra okudum diyerek geri verdi. kitapla ilgili sorular sorduğumda kitaba sadece öylesine bir baktığını anladım. işte o an ilk defa erkek gibi hissetmenin ağırlığı altında eziliyordum.

- "eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum,
gece yarısını yaşamaktan yorgunum..." - Attila İlhan

buluşma


iki müthiş futbol beyni aynı karede. foto yanılmıyorsam 2006 dünya kupası finalinden

god of war

bir süre sonra yeniden god of war'dayım. hayatımın oyunu diyorum kendisine, asmayı kesmeyi geçin, müzikleri, hikayesi, oynanabilirliği, osu busu şusuyla enfestir, nefistir, şahanedir.

oyunda yönettiğimiz karakter olan spartalı Kratos ise kralına değil alayına gider yapan bir arkadaş. conandan sonra hiçbir barbar ruhluyu böylesine sevmemiştik. yürü be kratos!

para


hiçbir zaman para manyağı olmadım, büyük paralar kazanmak gibi hayallerim ve ideallerim de yok, ama şu para denen şeyin tüm hayatımızı kontrol altına aldığını hissettiğim anlar hayatın en yıldırıcı olduğu anlar oluyor benim için. evet bu his için doğru tanım bu: yılmak

çeteye gel!

işte ben bunu istiyorum!

2007-08 sezonunun en iyi hareketleri



spor3.com'da 2007-2008 sezonunun en güzel hareketleri videosu vardı, buraya ekliyeyim dedim. hareketlerin yarısı ronaldinho diğer yarısı da c.ronaldo. ayrıca maicon'un liverpool maçında yaptığı abuk hatayı da güzel hareket gibi gösteriyolar ya hastasıyım. bariz "istop" edememiş işte

c. ronaldo da nedir be kardeşim. öf

link burada

hayat


- zamanında bir röportajda kargo gitaristi selim öztürk "kemik metalci/rockcı kitle bizi önemsemiyor, dışlıyor, bundan dolayı üzüntülüyüz" demişti. ben de üzüntülüyüm be selimcim, iğrenç nescafe reklamınız gözüme gözüme giriyor her çıktığında çünkü.

- ama her şeye rağmen kargo da şu üstteki albümü yapmış bi gruptur, uyandırayım.

- odadaki eşyaların yerini değiştirmek bir şölendir, odanız nefes alır, kafanızdaki oda imgesi değişir, belli bir süre gidecek olan ufak bir mutluluk kredisi sağlanmış olur.

- geçenlerde dünyanın en iyi kızını üzdüm ben, mutsuz ettim onu. bir arkadaşın deyimiyle "onun da olgunlaşma zamanı gelmişti". cellat olmanın da ayrı bir hüznü, ayrı bir keyfi olduğunu farketmek çok ilginç.

- gökhan gönül'ü barcelona sağ bekine koysanız sırıtmayacağını düşünüyorum, öylesine güzel ve keyif verici oynuyor herif. zaten zambrotta da ayrılıyor sene sonu, bir gerçekleşse bu olay tribine girerim.

- ama ne barca ne real, en kralı da juventusdur.

- "...peçesini indirmeden önce iyice yukarı doğru kaldırdı ve öyle bir bakış serdi ki gözler önüne, Ömer o bakışı tutmak, içine çekmek, hiç bırakmamak istedi. Kalabalığın farkına bile varmadığı kısacık bir an, aşık için ise bir sonsuzluktu bu. Zamanın iki yüzü var, dedi kendi kendine Hayyam, iki boyutu; uzunluğunu güneşin seyri belirliyor, kalınlığını ise tutkular..." Semerkant

Still Life



az önce bir arkadaş için upload ettim, unutmadan buraya da ekleyelim. van der graaf generator'ün en iyi albümü değil, ama en karanlık albümü budur. yanına bi ufak tekirdağ açılır, mevsim yaz ise kavun ve peynir de meze olarak yanına konulur

albüm linki burda

portal


oynayanınız var mı? bizde çılgınlık halini aldı. bir odada uyanıyoruz ve tek bir silahla tüm testlerden geçmeye çalışıyoruz. silah sadece biri giriş biri de çıkış olmak üzere 2 portal açmaya yarıyor. tabi kafa yaran bulmacaları, momentum hesaplarını, sizi gördükleri anda lazer manyağı yapan robotları da saymak lazım. hayatımda oynadığım en zekice oyun

videosu da budur

söz!


ntvspor'a girersem herkese benden bira! isteyene duble rakı da çakarız